Hakan Ertürk

Dost Mektupları

Hakan Ertürk

ADANMAK ÜZERİNE 2

(Bir önceki mektubun devamı)

İşte Meryem’in annesi... Hani, canından bir parça olan kızını Allah’a adarken dahi mütevazılığı elden bırakmayarak “Erkek, kız gibi değildir.” diyen koca yürekli kadın… Öyle bir adayış anlayışına sahipti ki canından, kanından bir parçasını vermesine rağmen hâlâ Allah’ı razı edememe korkusu yaşıyordu. Bu güzel adayışı Rabb’i kabul etti ve Meryem’i bir çiçek gibi yetiştirdi.  Zekeriyya peygamberi, Meryem’e bahçıvan eyledi.

Yukarıdaki misaller adanış tarihindeki sadece üç olayın birkaç cümlelik özetidir kıymetli dostum. Bu misaller ilk insandan bugüne kadar her bir fert üzerinden çoğaltılabilir. Çünkü her insan, iki taraftan birine adamıştır hayatını. Allah’a ya da Allah dışındaki her şeye… Burada durup düşünüyorum da “Ben, bana sınırlı bir süreliğine verilen hayatı, hangi tarafa adamaya meyilliyim?”

Ömür, gelip geçici. Sınırlı bir vaktimiz var ve her an ecelimize doğru yürüyoruz. Ölüm meleğiyle randevumuz uzak değil ve o muazzam yüzleşme vuku bulduğunda hayatımızı ney(ler)e ya da kim(ler)e adadıysak ona göre muamele göreceğiz. Hani diyor ya merhum Seyyid Kutub “Kimin için öldüysen, ödülünü de ondan iste.”

Korkuyorum dostum, korkuyorum. Üzerime aldığım emaneti, emanetin sahibine adayamamaktan korkuyorum. Biliyoruz ki Allah’ın rızasını kazanmanın dışında her neye ya da kime ne adadıysak bütün bunlar hesap gününde başımıza bela olacaktır. O halde, yarın başımıza bela olacak işlerden bugün kaçınabildiğimiz kadar kaçınmamız gerekmez mi?

Dünya hayatının bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu bile bile kendini dünyaya adamak ne hazin...

Dünyadayken görmek istiyoruz yaptığımız işlerin sonuçlarını. Bu nedenledir ki hedeflerimizin sınırı daraldı. Hedeflerimiz, sadece dünyayı kapsar oldu. Planlarımız, ölümü karşılayacağımız vakte kadar… Ya sonrası???

“Sonu Allah’ın razılığıyla bitmeyen bir iş, benden uzak olsun”  diyebiliyor muyum, diyebiliyor musun? Hayâllerimiz dünyayı aşabiliyor mu? Zamanımızı neye adıyoruz? İlme mi, keyfe mi?“Kafamda deli sorular var.” demiyorum. Kafamda akıllı sorular var. Doğru sorular var.

Gündemimizde İslam son sıraları zorluyorsa, kardeşlerimizin canı, ırzı ve malı her gün küfrün ayakları altında payimal oluyorsa, dünya yönetimini elinde bulunduran bir grup muhterisin tüm dünyaya dayattığı hayat anlayışı içinde insanlık çaresizce kan ağlıyorsa ve buna rağmen biz, mal ve makamlarımızı koruma ve daha da ziyadeleştirme yoluna kendimizi adamışsak ve böylece nefretin, şöhretin ve şehvetin kurbanı olup dünya ve içindekiler bize çok tatlı geliyorsa  hangi yüzle Rabb’imizin huzuruna varacağız ve ne hakla cennete talip olacağız?

İşlerimizde “Eller ne der?” yerine “Allah ne der?” sözünü düstur edinebiliyor muyuz?

Şu inkâr edilemez bir gerçektir ki canın, malın, zamanın, vs. bize verilen her şeyin adanma yeri dünyadır. Ahiret, sadece dünyadaki adayışlarımızın karşılığını alma yeridir. Yani hasat mevsimidir ahiret… Şu sözü diyen, ne güzel demiş: “Hayırlı işlerimizde acele edelim çünkü  acele gelen bir ecelimiz var.”

Âkıbetimden korkuyorum… Bizden öncekilerin, kendilerini Allah’a adayışlarındaki samimiyeti örnek almam gerektiğini biliyorum. Onlar hayatlarını Allah’a adadı, Allah da bunun karşılığında cehennemi onlara haram kıldı. Çünkü cehennem mü’minlere yakışmaz. Hem zaten cehennemin kâfirler için hazırlandığını Allah, bizlere Al-i İmran suresi 131. ayette bildirmiyor mu?

Adanış tarihi olan insanlık tarihinde “Ne mutlu, ömrünü Rabb’ine adayanlara…”

Vesselam…

Yazarın Diğer Yazıları