Hakan Ertürk

Dost Mektupları

Hakan Ertürk

ADANMAK ÜZERİNE 1

“Kültür ve edebiyata adanan tam kırk yıl…”

Şehir içi bir otobüs yolculuğu sırasında, şahsın biri elindeki gazeteyi okurken gözüme ilişen yukarıdaki ifade beni derin derin düşündürmeye başladı. Bu sözü yolculuk boyunca düşündüm ve bu söze paralel olarak daha nice adanmışlıklar canlandı gözlerimin önünde.

Biliyoruz ki “Gelen gidicidir, doğan ölücüdür.” Dünya nimetlerini tadan nefis, gün gelecek  ölümü de tadacaktır. Dünyanın misafiriyiz ve belli bir vakit sonra öz yurdumuza döneceğiz. Önünde sonunda terk edeceğimiz dünyada hiç gitmeyecekmişiz gibi didinmek ne acı…

“Sonuçta ayrılacağımız  bir yer için niye çalışıyoruz?” demiyorum. “Kültür, edebiyat, bilim, sanat vs. alanlarda çalışmak ve ürünler ortaya koymak bir işe yaramaz.” da demiyorum. Tabii ki çalışacağız, emek vereceğiz, ter dökeceğiz… Ancak, her ne yaparsak yapalım, varlığımızın asıl nedenini unutmadan yapmalıyız diyorum. Biz, amaçsız yaratılmadık ve dünyaya da oyun, eğlence olsun diye gönderilmedik. Ruhlar âleminde, Rabb’imizin Allah olduğunu kendi dilimizle ikrar edip kendi kalbimizle tasdik etmedik mi? Dünyaya da bu ikrar ve tasdiğin ispatı için gönderilmedik mi?

O halde, meşguliyetimiz yaratılış gayemizi unutturmasın diyorum. Kültürel alanda çok güzel işler yapalım. Edebiyatı çok iyi bilelim, aruz ve hece vezninde şiirler  yazalım, denemeler, makaleler, hikâyeler kaleme alalım. Bilimde ilerleyebildiğimiz kadar ilerleyelim. Sanatımızı tüm dünya duyacak kadar geliştirelim ancak bütün bunları yaparken kültürün, edebiyatın, bilimin ve sanatın Rabb’ini merkeze alalım diye düşünüyorum. Bilmem yanlış mı düşünüyorum?

İnsanlık olarak, Allah’ın bizlere bahşettiği canı, zamanı, sağlığı bir yerlere adama telaşı içindeyiz. Kimimiz bunun farkında, kimimiz değiliz. Farkında olsak da olmasak da hepimiz bir adanış hikâyesinin başrolündeyiz. Hem, insanlık tarihi bir bakıma adanış tarihi de değil midir? Tarih, nice adanmışlıkların şahidi değil midir? Kanaatimce insan, kendini ya Hakk’a ya da bâtıla adar. İnsanlık, kendini her şeyiyle Hakk’a adayanları bugün şerefle yâd ederken bâtıla adananları ise sadece ibretle ve nefretle hatırlıyor.

İşte Habil, işte Kabil… Aynı anneden, aynı babadan olma iki kardeş… Her ikisi de Allah’a, ellerinde bulunanlardan adadılar. Habil, kendi yanında en değerli gördüğünü canıgönülden Rabb’ine sunarken, Kabil kendi yanında değer ifade etmeyen bir ürünü sunmuştu Allah’a. Allah da Habil’in adağını kabul ederken Kabil’inkini reddetmişti. İşin ilerleyen safhasında da Habil, kendisini Allah’a adıyordu. Çünkü, dün elindeki ürünün en değerlisini Rabb’ine adarken kendisinin de adanmaya hazır olduğunu belgeliyordu. Dün malını, bugün ise canını adamıştı malının ve canının yegâne sahibine… Kabil ise dünyevî haz ve çıkarlara kendini kurban ederek adayış tercihini  nefsinden yana kullandı.

İşte Nuh Tufanı... Kendini tevhide adayanlar ile şirk yolunda telef olanların kesin çizgilerle ayrıldığı olay... Her türlü zulme ve tecride rağmen varlığını Allah’a feda edenler, iman gemisinde selamete ererken altın, koltuk ve sayı çokluğu gibi dünyevî güçlere ömürlerini adayanlar, maalesef, şirk denizinde helak oldular.

(Devam edecek inşallah.)

Yorumlar 1
Cebrail 14 Aralık 2020 20:06

????????????????????????

Yazarın Diğer Yazıları