Hakan Ertürk

Dost Mektupları

Hakan Ertürk

GÖZ DİLİ

Göz dilini bilir misin, dedi arkadaşına. Arkadaşı bir an ne diyeceğini bilemez hâlde sûkuta büründü ama sessizliği uzun sürmedi ve ilk defa duyduğu bu ifadeyi öğrenme isteğiyle,  kendisine sorulan soruya başka bir soruyla cevap verdi:

-Göz dili mi? Öyle bir dil de mi var konuşulan?

-Evet, var.

Bu kısa cevap, arkadaşını pek tatmin etmemiş olacak ki bir soru daha yöneltti:

-Konuşmamızı sağlayan ağız içindeki dili bilirim. Dünyanın muhtelif yerlerinde konuşulan muhtelif dillerden de haberdarım. Hatta beden dilini bile bilirim. Ama “Göz Dili”ni ilk defa senden duyuyorum. Nasıl bir dilmiş bu böyle? Söyle de bilelim.

Arkadaşının hakikaten göz dilini bilmediğini anlayınca ona bu dil hakkında açıklamalar yapmaya başladı:

-Göz dili, bütün insanların ortak kullandıkları ve istisnasız hepsinin çok iyi konuştuğu bir dildir. Ne var ki insanoğlu tarafından iyi düzeyde konuşulan bu dil, aynı zamanda insanların anlamakta zayıf kaldıkları bir dildir. Evet, çok iyi konuşulan ama pek de anlaşılmayan bir dil. Göz dili…

İnsan, an gelir gözleriyle yaptığı konuşmaların anlaşılmamasına kahrolurken, an gelir gözlerden dökülenlerin anlaşılmaması insan için büyük bir lütuf olur.

Kendisini dikkatle dinleyen arkadaşı, sözün burasında araya girerek bir itirazda bulundu. Bu anlatılanların çelişkiler içerdiğini ifade etti. O ise “Bu bir çelişki değil mi?” diye soran arkadaşına şöyle cevap verdi:

-Kalbinde beslediklerini muhatabının anlamaması için gözlerini ondan sakındırmaya çalıştığın zamanlar olmuştur. Hepimizin olmuştur. Peki, niye muhatabımızın gözlerine bakmaktan çekiniriz? Çünkü göz, yürekteki duygunun yansıdığı yerdir. Ve unutmamak gerekir ki yürekte yalan olmaz. Her yerde olabilir ama orada olmaz. Semtine yalanın uğrayamadığı, hatta kıyısından bile geçemediği tek yer yürektir. “Gözler yalan söylemez.” derken de aslında “Yürek yalan söylemez.” demiş oluyoruz. İşte bundandır ki yürekte yer etmiş duyguları gizlemek istiyorsak, gözlerimizi insanlardan kaçırırız.

Yine bunun gibi, karşı tarafa duygularımızı tam olarak ifade etmek istediğimiz zamanlarda da gözlerimizi muhatabımızın gözlerinin içine dikeriz. Umutla bekleriz, bakışlarımızdan hareketle bizi anlamasını.

İşte durum böyle olunca birincisinde göz dilimizin anlaşılmamasını nimet bilirken, ikinci durumda bir lütuf olarak bekler dururuz göz dilimizin anlaşılmasını.

İster birinci durumda olalım, ister ikinci durumda olalım fark etmez. Muhatabın gözlerinin içinde kaybolsak da çoğu zaman gözlerimizden çıkan kelamı karşı taraf tam olarak anlamaz, anlayamaz. Hem, göz dili tam anlamıyla anlaşılabilseydi, konuşma diline hiç gerek kalır mıydı? Bu durumda sadece gözler konuşur, gözler dinlerdi. Ve o vakit, hayatta yalanın esamesi bile okunmazdı ama hayat da yaşanılası olmazdı. Çünkü herkesin, yüreğinde gizlediği ve sadece Rabb’inden gizleyemediği duygular vardır...

O konuştukça arkadaşı yeni şeyler duymanın ve yaşadığı hâlde farkında olmadığı şeyleri fark etmenin şaşkınlığıyla dinliyordu kendisini ve böylesine dolu bir insanın arkadaşı olmanın huzurunu hissediyordu yüreğinde. Bu duygu, gözlerindeki ışıkta somutlaşıyordu. Şimdi düşündüğü tek bir şey vardı arkadaşının: Gözleriyle yaptığı bu son konuşmayı, kendisine bu güzel dili fark ettiren arkadaşı anlayabiliyor muydu? Yoksa gözlerinden dökülen bu güzel kelam,  muhatabı tarafından anlaşılmadan yok olup gidiyor muydu?

Yazarın Diğer Yazıları