KELAM ÜZERİNE
Hz. Ömer(ra)’e, bir şahsın müteşabih ayetlerin anlamlarını sorduğu haberi ulaşınca bu adam için hurma değneği hazırladı. Tam Hz. Ömer hutbe irâd ederken bu adam kalkıp müteşabih ayetler okudu ve bu ayetlerde anlatılmak istenen şeyin ne olduğunu sordu. Bunun üzerine Hz. Ömer hutbeden indi ve adamın dövülmesini emretti. Hz. Ömer, bunu da yeterli görmeyerek adamı Basra’ya sürgün etti ve hiç kimsenin bu adamla oturup kalkmamasını emretti. Adam, Basra’da hangi topluluğun yanına gitse o toplum hemen dağılırdı. Kimse bu adamla oturup konuşmazdı. Çünkü Rasulullah(sav)’ın halifesi öyle emretmişti. Bir süre sonra adam, yeminler ederek tevbe ettiğini ilan etti. Bundan sonradır ki Hz. Ömer, onunla oturup konuşulmasına izin verdi. Daha sonraları Haricîler ortaya çıktığı zaman bazıları gelip: “İşte tam senin zamanın.” dediler. Ama bu zât, şöyle cevap verdi: “Hayır, Bana salih kulun(Ömer’in) öğüdü fayda sağladı.”
Ebu Hanife, ilk zamanlar kelâmla ilgilenmiş ama çok kısa zamanda onun gerçek yönünü görmüş ve ondan vazgeçmiştir. Ebu Hanife, kelamı gereksiz bulur ve bunu herkese anlatmaya çalışırdı. Bu hususta Ebu Hanife’nin şu sözleri çok vecizdir: “İnsanların kendilerinin ortaya koydukları şey, onları hidayete ulaştırmaz. Aslolan, Kur’an-ı Kerim’in getirdiği, Hz. Peygamber(sav)’in davet ettiği ve insanlar arasında tefrika ortaya çıktığı devreye kadar Hz. Peygamber(sav)’in ashabının yapmaya devam ettikleri şeylerdir. Bundan başkası ile amel edenler bid’atçı ve kendilerinden ihdâs edicilerdir.”
Ebu Hanife’nin talebelerinden olan Ebu Yusuf ise kelâm öğrenmeyi bir nevi zındıklığı öğrenmek gibi görürdü.
İmam Şafiî, kelâmcıları sopalarla dövüp ibret olsun diye insanlar arasında gezdirmek gerektiğini ifade eder.
İmam Malik ise kelâmcının şahitliğinin kabul edilmeyeceğini söyler ve onları bozuk itikatlı olarak görür.
Sevgili Dost,
Rasulullah(sav)’ın vefatından bir süre sonra buraya sığdıramayacağım muhtelif sebeplerden kaynaklı olarak “kader, insan iradesi, büyük günah işleyenin durumu, Kur’an’ın yaratılmış olup olmadığı” gibi meseleler üzerinde çok ciddi tartışmalar yapıldı. Bu tartışmalar ümmete ne kattı dersin? Getirisini ve götürüsünü hiç hesapladık mı? Belli ki hesaplamamışız. Bugün benzeri tartışmalar hâlâ yapılıyorsa, belli ki gereken dersi çıkarmamışız. Merak ediyorum, her biri bir topluma yön veren koca koca hocalar, TV ekranlarında ve her platformda farklı tartışma konuları bulup kendilerini ve kendilerini izleyen kitleleri oyalayıp durmaktan gayrı ne elde ettiler, ne elde etmekteler?
“Peki, bu kelâmın hiç mi kabul edilebilir bir tarafı yoktur?” şeklinde bir soru haklı olarak sorulabilir. İbn Teymiyye(Allah ondan razı olsun), bu soruya çok güzel bir cevap veriyor: “Büyük bir yorgunluktan sonra şayet işin içinden selametle çıkılmışsa, pek az bir yarar elde edilmektedir. Bu, sarp bir kayanın tepesindeki cılız bir deve etini ele geçirmeye benzer. Ne tepe çıkılır gibidir ne de et, bu zahmete değer.” Azıcık fayda için bu kadar zahmete değer mi? Rasulullah(sav)’ın ve ashabının yolu dururken gabya taş atmak elzem mi?
İslam âlimi vasfını haiz her öncüden beklentimiz şudur ki kör bir kuyuda su aramak yerine, ayaklarının önünden akan ırmaktan hem kendilerini hem de bizleri yararlandırsınlar.
Son sözü Rasulullah(sav)’a bırakalım ve ona kulak verelim. Zira Müslümanlar, Allah’ın elçisine tâbi olmakla yükümlüdürler.
“Peygamber(sav), ashabının yanına çıkmıştı. Bu sırada onlar, kader konusunda tartışıyorlardı. İçlerinden biri ‘Cenab-ı Hak şöyle buyurmadı mı?’ diyor, diğeri de ‘Allahu Teala şöyle buyurmadı mı?’ diye cevap veriyordu. Hz. Peygamber(sav) bunları duyunca sanki yüzüne nar tanesi sıkılmış gibi kıpkırmızı oldu ve şöyle buyurdu: “Siz, bununla mı emrolundunuz? Sizden önceki milletler bu yüzden helâk olmuşlardır. Onlar, Allah’ın kitabının bir bölümünü diğer bölümüyle vuruşturuyorlardı. Halbuki Allah’ın kitabı, bir bölüm diğer bölümünü doğrulasın diye indirilmiştir. Bir kısmı diğer kısmını yalanlasın diye değil. Siz, kendinize emrolunan şeylere bakın ve onları yerine getirin. Size yasaklananlardan da sakının.” (Müslim)
Vesselam…