Hakan Ertürk

Dost Mektupları

Hakan Ertürk

                              ÖLÜMÜN SUÇU NE?

Müslüman’ın ölüm korkusu da Müslümanca olmalıdır, diyerek mektubuma başlayayım.

Evvela 24 Ocak 2020 tarihli deprem, arkasından da tüm dünyayı etkisi altına alan Koronavirüs imtihanı… Peş peşe yaşanan bu olaylarla birlikte herkeste mevcut olan bir korkunun insanlar üzerindeki tesirlerini temaşa etme imkânı doğdu. Bu korkunun adı “ölüm korkusu”dur. Pek tabiidir ki insan ölümden korkar. Çünkü sonrasını bilmediği, görmediği, tecrübe etmediği bir şeydir ölüm. Bu nedenle bir yere kadar ölüm korkusunu anlıyorum lakin biraz abartıyor muyuz ne? Bunu söylerken tedbir almayalım demiyorum. “Ölüm anlayışı”mız üzerinde biraz tefekkür edelim diyorum.  

Hani Müslüman’ız ya, işte bu sebepten, ölüm meselesine bir gayrımüslim gibi yaklaşmamalıyız diye düşünüyorum sevgili dost. Uzak ve yakın tarihe şöyle bir göz gezdirsek, bu düşüncemi destekleyen misalleri saymakla bitiremeyecek kadar çok buluruz karşımızda dersem, mübalağa etmiş olmam. İşte sana birkaç misal:

Hz. Musa ile mücadeleye girişen sihirbazlar, Hz. Musa’nın sihir yapmadığını anladıklarında hemen Allah’a iman ettiklerini ilan ettiler. Firavun deliye döndü ve kendilerini ölümle korkuttu. İman eden sihirbazlar ne dediler biliyor musun? “Zararı yok. Nasıl olsa Rabb’imize döneceğiz.”

Ömer Muhtar, İtalyanlara esir düşünce kendisini sorguya çektiler. Mücahidleri cihattan vazgeçirirse canını bağışlayacaklarını söylediler. Ömer Muhtar ise “Bizler teslim olamayız. Ya kazanırız ya da ölürüz. Biz ölsek de kazanırız ve siz kaybedersiniz. Fakat acı olan, siz bunu ancak öldüğünüzde anlarsınız ve bunun size bir faydası olmaz.” der ve darağacına razı olur. Hayatla bağını kesecekleri ipi boynuna geçirdiklerindeyse Ömer Muhtar şu ayetleri okumaktadır: “Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O'ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabb’ine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!”

Seyyid Kutub profesördü. Hatta Mısır Maarif Bakanlığında vazife almıştı. Anlayacağın, akademik kariyer yapmış makam sahibi biriydi. Ancak bununla birlikte inancından taviz vermeyen duruş sahibi bir mü’mindi. “Rabb’im Allah’tır.” dediği için o da diğer kardeşleri gibi insan tahayyülünü zorlayan vahşice işkencelerden geçirildi. Nihayet kendisine iki şey sunuldu: Ya ölüm ya geri adım. Onun için ölüm; Rabb’ine giden yolda bir duraktı, cennete götüren bir “Burak”tı. Asla geri adım atmadı ve şehit olarak Rabb’ine ulaştı. 

Çeçen cihadının efsane komutanı Şamil Basayev, Ruslar tarafından ölümle tehdit edildiğinde diyordu ki: “Bir mücahidi güldürmek istiyorsanız, onu ölümle korkutun.” Şamil Basayev, Rusya’da mühendislik okumuş eğitimli biriydi. İsteseydi dünyasını cennete çevirebilirdi ama o, sanal bir cennette suni bir mutluluk istemedi. Hakîki cenneti hayâl etti ve hayâlinin götürdüğü yere gitti.

2019 yılının başlarında Mısır’da 9 genç idam edildi. Suçları Müslümanca yaşamaya çalışmaktı. Dokuz gencin bir kısmı üniversite öğrencisi, bir kısmı üniversite mezunuydu. Bu gençler; eğitim düzeyimizin, gelir durumumuzun veya sahip olduğumuz makamların hiçbir surette Müslüman kimliğimizin  önüne geçemeyeceğini öğrettiler bizlere. Eğilip bükülmeden selam durdular ölüme. Ölümle birlikte ulaştılar Rabb’lerinin nimetlerine… 

Müslüman’ın her hâlükârda meselelere Müslümanca bakması gerektiğini bizlere öğreten bir diğer isim de yine Mısır zindanlarında ömür tüketen ve bir duruşma sırasında mahkeme salonunda Azrail’e “Hoş geldin.” diyen Muhammed Mursi’dir. Kendisi cumhurbaşkanlığına gelir gelmez yaptığı ilk icraatlardan birisi, kendinden önceki liderlerin devlet kurumlarında asılı duran boy boy fotoğraflarını indirmekti. Peki onları indirip kendi fotoğrafını mı astırdı? Hayır. O fotoğraflar yerine Allah lafzını astırdı. Kendisine darbe yaptıklarında henüz göreve geleli bir sene bile olmamıştı. Hakkında idam kararı verdiler. O üzülmedi, bilakis sevindi. Çünkü onun inancına göre ölüm, cennete kesilen bir biletti.

Hakkında idam kararı verilen İhvan-ı Müslimin lideri Muhammed Bedii ise mahkeme salonunda şunları haykırıyordu darbecilerin yüzüne: "Allah yolunda ölüm, en büyük arzumuzdur. Allah'ın verdiği canı ondan başkası alamayacağı gibi, ölümün zamanını belirleyen de ancak Allah'tır."

Şimdi başımızı ellerimizin arasına alıp derin derin düşünmemiz gerekmez mi? Hem Müslüman olduğumuzu iddia edeceğiz hem de bu iddiamızın hilafına hareket edeceğiz. Hem cennet temennilerinde bulunacağız hem de ölümden korkacak, ondan yaban eşeğinin aslanın önünden kaçışı gibi kaçıp duracağız. 

Sevgili Dost,

Bir inançsızın ölüme ve hayata bakışıyla bir Müslüman’ın ölüme ve hayata bakışı arasında bir fark yoksa, orada ciddi ciddi nefsimizi hesaba çekmemiz ve “Ben nerede yanlış yapıyorum?” sorusunun cevabını aramamız gerekmez mi? Ölümcül darbeyi alıp yere yığıldığında “Kâbe’nin Rabb’ine andolsun ki KURTULDUM.” diyen sahabinin karşılaştığı ölüm ile bugün kendisinden kaçıp durulan ölüm aynı hakîkatlerse,  o zaman fark nerede? Birileri, Necip Fâzıl’ın deyişiyle Azrail’e hoş geldin demek gibi bir marifeti sergileyebiliyorken başka bir kesim, “Azrail” kelimesinden bile ürperiyorsa o zaman bu iki Müslüman profilinden hangisine daha yakınız sence? Ve hakîki kurtuluş hangisinde? Ve dahi, ölümün suçu ne?

Vesselam…
 

Yorumlar 3
Hakan Ertürk 12 Nisan 2020 14:04

Allah sizlerden de razı olsun inşallah.

Riza 10 Nisan 2020 22:48

Allah sizden razı olsun kardeşim

Mustafa kaya 03 Nisan 2020 23:35

Allah razı olsun, yerinde bir yazı olmuş.

Yazarın Diğer Yazıları