Mehmet abi, namıdiğer Cinoğlu Hazretleri, hatıralarına şöyle devam ediyor:
Cenazesinde ben kime “O benim kesemden gitti.” desem, onlar da “Hepimizin kesesinden gitti.” dediler. Maalesef Müslümanlar diri iken birbirlerine değer vermez, kıymetini bilmezler. Öldükten sonra sahip çıkarlar. Oysa Ramazan Hoca’mı çok ama çok yalnız bırakmışlardı. Arkadaşlarımın, dava adamlarının ve ailemin beni yalnız bıraktıkları zamanların birinde bir Müslüman bana davetiye gönderdi. Ben o düğüne yalnız nasıl gideceğim diye kara kara düşünürken Hoca’ma rastladım. “Cinoğlu” dedi. “Sen üzülme. Seni yalnız bırakmayacağım. Seni Mercedes'in ön tarafına oturtup götüreceğim. Konuşmacı da benim. Orada da yanıma oturtacağım. Sen yalnız kalmayacaksın çünkü başkası seni anlamaz. Ancak ben seni anlarım.” dedi. Mehmet Karaman “Neden biz anlamayız?” diye tepki gösterince Hoca’m “Damdan düşenin hâlinden ancak damdan düşen anlar. Beni de yalnız bıraktılar. Benim arkadaşlarım beni terk etti, yalnız bıraktı. Cinoğlu’nun arkadaşları da Cinoğlu’nu yalnız bıraktılar.” diye cevap verdi. O fedakâr, cömert, kahraman biriydi.
Bir gün mescidin altına gittim. Hoca’nın yanındakiler beni görünce “Ehlibeyt geldi.” dediler. Ben de onlara dedim ki “Ehlibeyt, 12 imam bahsi açıldığında insan üzülür, hatta ağlar. İçinizden 12 imamın isimlerini sayabilecek biri var mı?” Bir tanesi sinirlendi, ayağa kalktı. “Ahirette bunu mu soracaklar bize?” dedi. Hoca’m Ramazan Keskin devreye girdi. “Cinoğlu doğru söylüyor.” dedi ve ekledi: “Cinoğlu gel 12 imamın ismini bize say.” Ben de “Hoca’m siz Sünnilerin en büyük hocası değil misiniz? Buyrun siz sayın ama sayamazsınız çünkü Sünnisiniz.” dedim. Hoca’m tesbihi eline aldı, 8 imama kadar saydı. Ben “Ne acı ve ne hazindir ki Sünnilerin en büyük hocası, evlatlarımızın ismini sayamıyor.” dedim. Oradaki konuşmalar uzadı gitti. Sonra bir gün yanında bir arkadaşla dükkana geldi ve benden kalem ve kağıt istedi, verdim. Bir baktım ki 12 imamın ismini yazmış. Sırasına göre okudu ve “Cinoğlu doğru mu?” dedi. Meğerse Hoca’m o gün orada anlatılanları ciddiye almış ve sonrasında bir ders yapmışlar. Arkadaşlara demiş ki “12 imamın ismini mutlaka ezberlemeniz lazım. Onları tanımanız lazım. Bu imamlar, Peygamber’imizin soyundan ve çok büyük alimlerdir.” Bazıları itiraz etmişler bazıları da Hoca’mın dediğini yapmışlar.
Bir gün bir yerde beraberdik. Bir konuda boş bulundum. Hoca’m bana döndü ve “O sana yakışır mı? O gün mescidin altında konuştuklarınla bugün konuştukların birbirine uymuyor. Oysaki o gün senin orada yaptığın konuşmadan dolayı ben bir hafta yatamadım.” dedi. Kusuruma bakmayın. Boş bulundum, dedim. Meseleleri ciddiye alan, dert edinen, araştırıp öğrenen bir insandı.
Bir gün bir yerde bana yine aynı şekilde hitap ettiler. Ben de orada yine konuyu açtım ve Hz. Hüseyin'in atının, cesedine ağladığını söyledim. Hoca’m bunun Alevilerin uydurması olduğunu söyledi. Hazreti Zeynep'in çarşafının ve üstündeki ziynetinin söküldüğünü söyledim. Buna da Alevilerin uydurması demişti. Bir gün yalvardım. “Hoca’m ne olursun yarın ahirette Allah'a hesap vereceğiz. Bunun Sünni’si, Şii’si yoktur. Şiilerin kitaplarını okumuyorsunuz. Allah için gelin kitaplarda bunu öğrenin, demiştim. Daha sonra şahit oldum ki bir yerde konuşma yaparken Hazreti Hüseyin'in atının, cesedine ağladığını ve Hz Zeynep'in üstünün söküldüğünü millete anlatıyor. Bunun gibi birçok şeyine şahit oldum. Bir gün mescitte ikindi namazında İbni Kesir’in Kerbela vakasını anlattığı kitaptan aktarımlar yapıyor. Akşam namazına kadar bu kitabı özetledi. Kitabı özetlerken Ehlibeyt’e sevgi besleyen insanların göz bebekleri pırıl pırıl olmuştu. Bazı insanlar maalesef rahatsız oldu. Akşam namazını kılıp merdivenden inerken birkaç kişi üstüme yürüdü. “Sen Hoca’ya takılalı Hoca’yı Şii yapmışsın.” dediler.
Bu örneklerle anlatmak istediğim şey; Ramazan Hoca’mız mezhebe de muhatap olduğu kişinin seviyesine de bakmazdı. O sadece hakîkatin izini sürerdi. Bir şey duyduğunda araştırır ve onun aslını öğrenirdi. Sonra da onu yaşamaya, anlatmaya çalışırdı.
Bir gün de 4-5 arkadaşla birlikte bizi bir iftara götürdü. İftarımızı açıp dönerken yolun kenarında sert bir fren yapıp durdu. İki kişiyi arabadan indirdi. “Buradan sonra Malatya'ya kadar yürüyerek geleceksiniz.” dedi. Bana ve diğer arkadaşa da “Size daha önce söylemediğim için bu sefer sizi ikaz edeceğim ama bir daha siz de aynısını yaparsanız sizi de yolda bırakacağım.” demişti. Ben sebebini sorduğumda dedi ki “Size verilen yemeğin dışında bir yemek daha istediniz. İkinci yemeği istemeyeceksiniz, yemeyeceksiniz. Eğer karnınız doymuyorsa çarşıya götürür lokantada karnınızı doyururum.” demişti. İftar veren kişinin hayır yaptığını, bu sebeple fazla yemek yemenin ne gibi bir sakıncası olacağını sorduğumda ise şöyle cevap vermişti: “Hocaların adını çıkarmışlar. Hocalar yemeden başka bir şey yapmaz diyorlar. Halk arasında hocaların yemek düşkünü olduğuna dair yanlış düşünceyi kırmak için böyle davranmak gerek.”
(Devam edecek inşallah)