(Önceki mektubun devamı)
Evet, ilk mü’minler evvela Rasulullah’a(sav) inandılar, güvendiler. Sonra Kur’an’a iman ettiler. Hem zaten ortada kendisine iman edecekleri bir kitap yoktu. Peygamber daha yeni yeni vahiy alıyordu. Toplasan kaç ayet inmişti ki?
Demek ki ilk mü’minler, başlı başına bir kitap olarak ellerinde Kur’an vardı da böylelikle ona iman etmiş değillerdi. Onlar Kur’an’ın insanı hayretler içinde bırakan eşsiz üslubundan da etkilenip iman etmediler. Yine onlar, İslam ile diğer inançları mukayese edip İslam’ın teslim olunacak en ideal inanç olduğuna kanaat getirerek de iman etmediler.
Ya peki ne oldu da bu insanlar, inanç gibi hayatî öneme sahip bir konuda çok rahat karar alabildiler ve hayatlarını yeni inançlarına göre şekillendirdiler?
Şunu tarihsel bir gerçek olarak çok iyi biliyoruz ki ilk mü’minlerin İslam’a girmeleri için Rasulullah’ın(sav) “Ben Allah’ın elçisiyim.” demesi yetmişti. Onlar ilk olarak Rasulullah’ın şahsına güvenmişler ve ondaki söz ve eylem uyumundan, adalet anlayışından, ahlâkî duruşundan etkilenerek iman etmişlerdi. Daha sonra da aşama aşama inen ayetleri okuyup İslam’ı öğrenmişlerdi. (Celaleddin Vatandaş’ın “Hz.Muhammed’in Hayatı ve İslam Daveti” eserinden istifade edilmiştir.)
On beş sene önce başımdan geçen bir olayı özet geçeyim:
Yanımda senin de tanıdığın bir arkadaşla birlikte, bir düğünde konuşmacı olsun diye şehrimizdeki meşhur bir hocayı birkaç hafta evvelinden davet etmiştik. Hocaefendi hâlâ sağdır ve şehirde birçok insan da kendisini tanır. Allah selamet versin. Bize yeri, günü, saati sordu. Bilgilendirdik. “Tamam inşallah” dedi ve bizi uğurladı.
Düğüne yakın bir zamanda kendisini tekrar ziyaret ettik. Unutmuşsa hatırlatalım ve davetiye verelim diye. Hoca bizi hayretler içinde bıraktı. Ne bizi hatırladı ne verdiği sözü… Sonra da ev düğünü olduğu için kimsenin dinlemeyeceğini, ayrıca ses sistemimiz yoksa yine olmayacağını söyledi. Anlayacağın, bizi kibarca başından savmaya çalıştı. Oysa söz vermişti...
Şayet başta söz vermeseydi ya da bir zaruret hasıl olsaydı da bu sebeple gelememiş olsaydı hocaya karşı bu denli soğumazdım ama o sudan sebepler üretti, bizi de ikna etme gayreti içine girdi.
O güne kadar benim için çok özel bir yeri olan, sırf arkasında namaz kılmak için zahmetlere katlanıp görev yaptığı camiye gittiğim o hoca, o gün kalbimden çıkıp gitti. On beş sene geçti ama kalbime bir daha giremedi...
Kalbime giremeyen, aklıma hiç giremez...
Birçok ortamda karşılaştık. Konuşmacı olduğu yerlerde ortamların zaruretinden dolayı kendisini dinledim fakat inanır mısın hiç etkilenmedim. Çünkü her defasında, aklıma bize attığı gol geliyordu.
Bu anlattığım olay basit bir olay gibi gözükse de kalp denilen organı ince bir dokunuşla fethedip baş köşesine kurulabileceğini gösterdiği gibi ince bir dokunuşla kendini oradan kovdurabileceğini de göstermesi bakımından ehemmiyet arz etmektedir.
Yeri gelmişken yâd etmeden geçmeyeyim. Ben, Ramazan Keskin Hoca'yı sırf ince düşünceli olduğu için çok sevdim. Kimi cesaretinden bahseder, kimi ödediği bedellerden... Kimi ilmini takdir eder, kimi hür duruşunu... Beni ise en çok ince düşünceli oluşu etkilemişti.
Hatırla ki Peygamber(sav), küçük ve basit gibi görünen inceliklerle kalpleri kazanmıştı.
(Devam edecek inşallah)