Kıymetli Dost,
İnsanın acısı üzerinden keyif sürülebilir mi? Aynı anda ve aynı mekânda hem yanan yürekler hem de dolan mideler olabilir mi? Maalesef oluyor… Hem de din adına, sevap umarak yapılıyor.
Sevabı, günahı Allah takdir eder. Kimin hangi işten sevap kazandığını yahut günaha bulandığını belirlemek benim haddime değil. Hesap sorucu olan da Allah’tır, hüküm verici olan da… Lakin bir iş, Allah’ın kitabında buyurulmamışsa ve Rasulullah(sav) tarafından uygulanmamışsa böyle bir işi dinî vecibe gibi geleneksel hâle getirmek de doğru olmasa gerek.
Mevlid yemeği konusunda benim kanaatim bu…
İnsanların yakınları vefat ediyor. Daha acıları taptazeyken üçüncü gün, bu acılı insanlardan hatırı sayılır bir kalabalığa yemek yedirmeleri bekleniyor. Hâl böyle olunca da sevdiğini kaybeden acılı insanlar bu yemeği yedirmek gibi bir mecburiyet hissediyorlar. Görünürde kimse kimseyi zorlamıyor ve tamamen gönül rızasına bırakılmış gibi gösteriliyor. Oysa sen de biliyorsun ki acının sahipleri kendilerini üçüncü gün yemek vermeye mecbur hissediyor, geri kalanlar ise böyle bir organizasyonu bekliyor.
Hasbelkader birisi herhangi bir sebepten yemek yedirmesin, sen o zaman dinle arkadan söylenen lafları. Hatta bazen yemek yedirmek bile kâfi gelmez. O acılı hâlle üçüncü gün yemek yedirilse bile bu defa da yemeği az bulanlar mı dersin, “Eti az, pilavı çoktu.” diyenler mi dersin… Velhasıl, birilerini yedirsen de memnun edemezsin, yedirmesen de…
Elindeki tek hayvanı kesip mevlid adı altında yedireni de borç harç edip üçüncü gün yemeği vereni de duydum. Bir misal vereyim: Ramazan Keskin Hoca’nın yanına biri gelip “Hoca’m, babam vefat edince mevlid yemeği verebilmek için sağdan soldan borç aldım. Yemeği yedirdim ama borçlarımı ödeyemiyorum.” demiş. Hoca da “Cuma günü namaza gel. Namaz çıkışı ne toplanırsa sana verelim.” demiş. Böylece cuma günü Hoca, şahsın ismini vermeden cemaatten para istemiş. Toplanan parayı da özel bir yerde adama vermiş. Bu meseleyi bizzat Hoca’mdan dinlemiştim.
Bunlar gibi daha ne örnekler var bilmediğimiz. Tabii, bu mesele sadece maddî durumu elverişli olanlarla olmayanlar meselesi değil. Eğer kişinin maddî durumu iyiyse bile üçüncü gün yemek yedireceğine o parayı daha hayırlı işlerde kullanabilir kanaatindeyim. Ülke içinde yahut ülke dışında nice yüreklere sevinç fidanları dikilebilir. Bir hastanın tedavisi için, bir yoksulun ısınması için, bir Afrikalının katarakt problemini yahut içme suyu sorununu çözebilmek için, bir borçlunun borç yükünden kurtulabilmesi için, vs. birçok hayırlı iş için kullanılabilir o para. Böylece vefat eden yakını için dua eden dillerin sayısını arttırabilir. Hangi dilden dökülen duanın Allah tarafından kabul göreceğini kim bilebilir ki?
Bütün bu anlattıklarımdan üçüncü gün verilen yemeğin haram olduğu, denk gelirsen de asla oturup yememen gerektiği anlamını çıkarma lütfen. Ben böyle bir şey söylemiyorum. Benim rahatsız olduğum nokta, bir uygulamanın sürekli tekrar edilip bir müddet sonra sanki dinî bir görevmiş gibi algılanmasına ve yapmayanların kendilerini ezik hissetmesinedir. İşte bu noktaya itiraz ediyorum…
Rabb’im, her türlü bid’at ve hurafeden bizleri muhafaza eylesin.
Vesselam…