Dost Mektupları
Kıymetli dost,
Hep televizyonlarda izler, sosyal medya paylaşımlarında takip eder, mağdurlarına üzülür geçerdik... Meğer yaşayan için hiçbir şey geçmiyormuş.
6 Şubat depremlerinin 3. günündeyiz. Çaresizliği iliklerimize kadar yaşıyoruz. Sen de benzer duygular içerisindesin. Zira gördüklerimizin bir eşini sen de gördün. Ben, sana gözlerimle gördüklerimden sadece birkaçını aktarayım. Hiçbirine sen de diğer Malatyalılar da yabancı değil. Bir zamanlar rahat mekânlarımızda izlediğimiz manzaraların içinde kendimizi bulmak da imtihandanmış.
İşte bu gözlerin gördüğü birkaç kare:
Yoğurt kaplarıyla kar getiren, elleri soğuktan kızarmış çocuklar gördüm. Getirilen karları kendi imkânlarıyla kurdukları çadırlarda kurdukları sobalarda eriterek su elde etmeye çalışan babalar gördüm.
Yüklerini boşaltacak yer arayan moloz yüklü kamyonlar gördüm.
Tuzla buz olmuş binalarda hâlâ nefes alan canlar olduğunu bilerek canhıraş bir vaziyette enkaz üzerinde çırpınanları gördüm.
Bir çadırın, bir daireden kıymetli olduğunu; çadırı olanların, çadırı olmayanlardan zengin olduğunu gördüm.
Tır garajındaki tırlarının içinde ailece yaşayanları, hususi araçlarında oturdukları yerde sabahlayanları, komşusunun aracında küçük tüple ısınmaya çalışıp buz tutmuş gecelerde sabahı gözleyenleri gördüm.
Bir depo yakıt için yüzlerce metrelik kuyruklarda saatlerce bekleyenleri gördüm.
Birinci depremden sonra ayakta kaldıklarını gördüğüm bazı binaların, akşam yanından geçtiğimde ikinci depremle yerlerini taştan tepelere bıraktıklarını gördüm.
Kızı enkazın altında kalıp can veren bir babanın dondurucu soğuktan dolayı kendisi titrerken bizi de daha fazla üşümememiz için ısrarla göndermeye çalıştığında, normal zamanlarda yakınlarını kaybedenlerin acılarının bile ayrıcalıklı olduğunu gördüm.
Kar üstünde ateş yakıp ısınmaya çalışırken soğuktan üşüyen, kardan ıslanan ayaklarının birini kaldırıp diğerini indirenleri gördüm.
Soğuk bir duvara sırtını dayayıp moloz yığınına dönmüş apartmanını ağlayarak seyredenleri gördüm.
Tek geçimi olan dükkânının, üstündeki yirmi dört daireyle birlikte yok olduğunu gören arkadaşımın sesindeki acıyı gördüm.
Ani bir hareket yahut birazcık yüksek bir seste panikleyip sağına soluna, ardına bakan on bir yaşındaki kız çocuğunun gözlerindeki korkuyu gördüm.
Üç gün önce ev sahibi, iş yeri sahibi olanların bugün can sahibi olduğuna şükrettiğini gördüm.
5 Şubat'a kadar "Suriyeliler" deyip ötekileştirdikleriyle aynı şartlarda yaşam mücadelesi vermeye çalışanları gördüm.
Hiçbir acının; yeme-içme, tuvalet, ısınma ve uyuma ihtiyaçlarından daha kuvvetli olmadığını gördüm.
Evin var, yaklaşamıyorsun; paran var, harcayamıyorsun. Normal bir zamanda insanların en çok önemsedikleri şeylerin bir öneminin kalmadığını gördüm.
"Falan yere yardım tırı gelmiş." haberini alır almaz kar, soğuk demeden koşa koşa gidenleri gördüm. Birkaç ekmekle geri dönenlerin sevincini gördüm.
Tüm bedenim ve ruhumla yaşayınca "acizlik", "çaresizlik" gibi kelimelerin bugüne kadar sadece edebiyatını yaptığımızı gördüm...
Kıymetli dost,
Bu şehirde ölüler ikiye ayrılıyor: Beton yığınlarının altında kalarak ölenler, yokluğun doğurduğu çaresizliğin altında kalarak ölenler.
Şu üç günde gözlerimle gördüğüm birkaç kare işte bunlardı. Harabeye dönmüş şehir merkezinden, insansız kalan evlerden de bahsetmiyorum.
Görmediklerim, gördüklerimden de acı... Kefensiz defnedilenleri, enkaz altındaki çaresizliği, sevdiklerinin ölümlerine şahit oluşu, vs. nice ağır imtihanları görmedim elhamdulillah.
Her şeye rağmen hamd makamındayız. Başımıza gelen bu musibetten dolayı Rabb'imizin hoşnut olmayacağı bir söz söylemekten yahut bir iş yapmaktan Rabb'imize sığınırız. Günahlarımız, başımıza gelen afetten büyüktür. Rabb'imizin affı ise günahlarımızdan da büyüktür. Rabb'im günahlarımızı affetsin. Bu musibetten ders alabilmeyi nasip etsin. O, bizden razı olsun yeter.
"Allah'a ve Peygamber'e itaat edin ki rahmete erdirilesiniz." (Al-i İmran 132)
Vesselam...