
Zafer sarhoşluğu
Enes Tarım
Bazen nedense fazlaca kısır düşünüyor meseleleri tek boyuttan ele alıp onun üzerinde yoğunlaşıyor, tüm plan ve kurgularımızı o bakış açısı ile yapıyoruz.
Ve çoğu zaman da malesef duvara tosluyoruz.
Suriye meselesi de galiba öyle malesef…
***
Hepimiz Esad’ın zalimliği hususunda ittifak ediyoruz.
Suriye insanı hem baba Esat hem de oğul Esat döneminde çok işkence ve sıkıntılar yaşadı.
Mezhepçi politikalar, ayrımcılıklar, özgürlükleri kısıtlayıcı uygulamalar ve insan haklarını önemsememe sonucunda yaşanan sıkıntıları hep beraber müşahede ettik.
Suriyeliler çok büyük acılarla vatanlarından göç etmek zorunda kalarak mülteci konumuna geldi.
Bu süreçte bazılarımız iyi imtihanlar verebildikse de birçoğumuzun karnesi malesef zayıflarla dolu.
Birçoğumuz ırkçı refleksler göstererek onların sıkıntılarını çoğaltıp durduk.
İşi topraklarımızdan kovmaya çalışmaya kadar götürdük.
Barınmalarına izin vermek istemeyerek verdiğimiz bir parça ekmeği burunlarından getirdik.
Kendi yaşadığımız siyasi ekonomik toplumsal sıkıntıların müsebbibi olarak onları görüp aşağıladık dışladık.
Hatta bazen daha ileri giderek işi saldırganlık boyutuna kadar tırmandırdık.
Şimdi birçoğu vatanlarına dönerken kalanların büyük bir kısmı da hazırlıklarını yapıyorlar ülkelerine dönmek için...
Allah gerçekten de hiç kimseyi kendi vatanından toprağından ülkesinden ayırmasın...
Horlanarak ötelenerek aşağılanarak her an bir tacize uğrayabileceğini düşünerek tedirginlik içerisinde yaşamak kolay değil...
Genel olarak çok büyük bir kısmının çok zor koşullarda en zor işlere en az ücretle talip olduğunu gördük.
Yabancı bir ülkede dil bilmeden yaşamaya nefes almaya çalışmak kolay değil.
Evine ekmek götürebilmek için çok ağır şartlarda çok az ücretlerle çalıştırıldıklarına ve birçoğunun da mahallelerimizdeki hiçbirimizin oturmaya tenezzül etmediği kırık dökük harabe evlerde mecburen ekonomik zorluklar nedeniyle kalarak hayatlarını devam ettirmeye çalıştığına şahidiz…
Onlar bizim imtihanımızdı ve maalesef çoğumuz bu imtihanı veremedik...
***
Diğer yandan şimdi belki en önemli husus işin uluslararası boyutu...
Bugün birçoğumuzda Suriye’yi fethettiğimiz gibi bir algı var.
Bunu kıldığımız toplu fetih namazları ile gösteriyoruz...
Suriye’yi dizayn etme canlandırma yönetme söylemleri beraberinde sanki kendi topraklarımıza katmış gibi bir haleti ruhiye içerisindeyiz.
İşin ABD, İngiltere, İsrail boyutu hiç aklımıza gelmiyor...
Ya da umurumuzda değil...
Belki düşünmek istemiyoruz...
Oysa hepimiz biliyoruz ki bu savaşarak kazanılmış bir fetih savaşı değil...
Turistik gezi yapıyor gibi birkaç gün içerisinde gezinerek bir ülkeyi ele geçirmek hayra alamet değil.
Ve geçmişten bugüne bu topraklar emperyalist sömürgeci güçlerin büyük planlar yaptıkları bir coğrafya.
ABD İngiltere batı ve tabi ki İsrail’i kastediyorum...
Bu planın sonucuna matuf; Suriye parçalanmış bir durumda...
İsrail kendi sınırından hayli dışarı çıkıp Suriye topraklarının bir kısmını gasp etmiş vaziyette...
Beraberinde bu karışıklığı fırsat bilerek tüm askeri ekonomik enerji santralleri, havaalanları ve lojistik yapıların tümünü bombalayarak çok uzun yıllar kullanamayacak hale getirdi.
Bunları nedense hiç kimse konuşmuyor.
Başına 10 milyon dolar ödül koydukları terörist kabul ettikleri Colani’yi terör listesinden çıkarıp bu ödülü kaldırıp peş peşe temsilciler göndererek ziyaret etmelerini ve onu meşrulaştırmaya çalışmalarını hiç tartışmıyoruz...
İsrail, ABD ve İngiltere’nin neden tüm bu gelişmelerden çok büyük memnuniyet duyarak ellerini ovuşturduklarını hiç merak etmiyoruz...
Bu işin sonrasını hiç düşünmüyoruz...
Büyük bir Fetih heyecanı içerisinde adeta bir zafer sarhoşluğu yaşıyoruz...
ABD ve İsrail’in Gazze’de hala deva eden katliamları da hiç umurumuzda değil...
Yok ediş sırasının Yemen’e gelmesi; Yemen’in mazlum halkının aynı Lübnan ve Gazze halkı gibi büyük bir katliam yaşayacağı varsayımı bizi hiç mi hiç ilgilendirmiyor...
Mezhepçilik gözümüzü o kadar kör etmiş ki; İsrailli generallerin “Şimdi sıra İran’ da... İran’ı da kan gölüne çevireceğiz...” tehditleri bizim: “Evet oh olsun... İran da yok olsun...” dualarımıza karışıp gidiyor...
Ortadoğu Siyonist Yahudi güçlerin egemenliği altına girerken sıranın bizlere de gelebileceği endişesi nedense bir anda buhar olup uçtu gitti...
Hiçbir dönem bu kadar idrak sıkıntısı yaşamamıştık...
Geçmişte belki sorunlarımız sıkıntılarımız büyüktü ama düşmanın kim olduğunu biliyor lanetleyebiliyorduk...
Artık hiçbir şey düşünemez haldeyiz...
Ve sanki Uhud da o savunma hatlarını terk ederek ganimet peşinde koşup cepheyi terk ederek geride kalanları büyük bir tehlikeye atan o topluluğa ne kadar da benziyoruz...
Selam ve dua ile…