Enes Tarım

Yalnızlık kaderdir

Enes Tarım

Karşıda güzel ağaçlar ve bir park alanı alabildiğine uzuyordu.

Evin penceresinden bakındı.

Kadın erkek insanlar çocuklarını ellerinden tutmuş bu küçük ve şirin parka getirmiş; kimi salıncağa bindirmiş kimi bir kaydıraktan kaydırıyor kimi ise tahterevallide karşısına geçmiş bir aşağı bir yukarı sallanıp kahkahalarla eğlenip duruyordu.

“Neden şimdiye dek buradaki canlılığı fark edemedim?” diye düşündü bir an.

O yaşam enerjisi karşısında duruyordu ve o aylarca ilk defa bunu hissediyordu.

Oysa günün belirli zamanlarında yine aynı bu pencere karşısına gelir oturur etrafa bakarak yalnızlığını gidermeye çalışır, gelip geçen insanlara bakar, onların halleri hakkında tahminlerde bulunmaya çalışırdı.

Havanın yağışlı olup olmaması onun için önemli idi.

Yağmurdan kaçışan insanlar, o koşuşturmalar, su damlalarının toprağa ya da beton asfalta indiğinde o çıkarmış olduğu ses, toprağın o kokusu onu mest eder; gözlemlediği her şeye bir anlam vermeye çalışarak bir türlü geçmek bilmeyen zamanı alt etmeye çalışırdı.

Yalnızdı, bir başına yaşıyordu.

Çok fazla da dostu yoktu.

Hayatta nedense arkadaş edinememişti.

Akrabalarından da hep uzak durmuş; kendi içerisinde küçücük bir aile portföyünde yaşamaya çalışmıştı.

İşe gitmiş, işten eve gelmiş, sıradan bir hayat sürmüştü.

Bunca yıllık evlilikten sonra eşi ile en son yapmış olduğu büyük kavgada bardaklar havada uçmuş, bıçaklar çekilmiş, zavallı kadını elinden çocukları zor almıştı.

Çocuklar annelerinden yana tavır alıp; ayrılıp gitmiş ve kendisi yapayalnız bir başına kalmıştı. 

Tüm buna rağmen ayakta kalmaya, dik durmaya çalışıyordu. 

“Yeni bir hayat arkadaşı mı?”

Zannetmiyorum diye geçirdi içinden. 

Artık hiç kimseye tahammül edecek gücü yoktu. 

***

Hayat boyu çevresiyle uyumu olmamıştı ve pek kimseyle de anlaşamamıştı.

Kardeşleriyle de...

Ömür boyu onlarla da dargın geçirmişti yıllarını.

Keza okul yıllarında sınıf arkadaşları ile de…

Hep herkesten uzak yalnız bir yaşantıyı yeğlemişti.

Bu tercih belki bilerek isteyerek yapılan bir eylem değildi.

Yoksa şüphesiz her insan etrafındakilerle iyi anlaşmak iyi ilişkiler geliştirmek, gülmek gezmek eğlenmek isterdi değil mi?

Bu doğuştan, genlerinden gelen bir karakter şekillenmesi miydi; bunu bilmiyordu.

Düşündü:” Rahmetli babamda benim gibiydi” dedi.

O da pek uyumsuzdu çevresindekilerle.

O da hep kavga edip dururdu rahmetli annesi ile.

O da mutsuz bir şekilde yapayalnız başına ölüp gitmişti.

Bazen düşünüyordu kendisine mi geçti diye onun genleri.

Tüm olumsuz özellikler kendisinde mi toplandı diye…

Diğer kardeşleri içerisinde de ve akrabalarda da kendisi kadar huysuz birisi pek yoktu.

Tüm bunlara rağmen halinin farkındaydı.

Çoğu zaman bu kavgacı haline, huysuzluğuna üzülür; için için kendine kızar; yapmış olduğu davranışlar, kavgalar ve kalp kırmalar karşısında hayıflanırdı.

“Neden böyleyim” diye derin pişmanlıklar yaşadığı zamanlar çoktu hayatında.

Ama o böyleydi işte.

Yani böyle olmak elinde değildi.

Bazen bunu sorgulardı iç benliğinde.

Bu huzursuzluğun ve onun bir getirisi olan yalnızlığın kader olduğu düşüncesi ile avunur; iyi şeyler düşünmeye çalışır; bazen de kaderim dediği bu haline, yalnızlığına kızıp öfke nöbetleri geçirirdi.

Bu nöbetler sonucunda ağlama krizine girer, ağlayınca rahatlar ve biraz uyuduğunda daha dinç daha az endişeli olarak yataktan kalkar, daha pozitif olaylara yaklaşmaya çalışırdı. 

Elinde değildi galiba ve son dönem buna iyice emin olmuştu.

Camdan karşıdaki parka bakarken çocukların cıvıltısı onları parka getiren ebeveynlerin gülümseme ve kahkahaları, çocuklarıyla beraber koşuşturmaları, parkın içerisinde bir köşede kanepeler üzerinde yaşanan muhabbetler ve o mutluluk enerjisinin içerisindeki yalnızlığı katlayarak daha da artırdığını hissetti.

Ani bir kararla sert bir şekilde perdeyi çekip kapattı.

Odanın kasvetli karanlık ve sessiz duvarlarını seyretmeye koyuldu…

Selam ve dua ile… 

Yazarın Diğer Yazıları