Enes Tarım

Simurgu Arayan Asi Çöl Çocukları: 'Hariciler'

Enes Tarım

“Anka kuşu yüzyıllar içerisinde hikâye ve masallarda, efsanelerde bolca anlatılan bir kuş. 

Pers mitolojisinde Simurg adı ile anılırken Türk Mitolojisinde ise Huma kuşu, Tuğrul kuşu ya da Zümrüdü Anka” olarak bilinmekte. 

Batılı kaynaklar ise onu "Phoenix" olarak isimlendirmekte. 

Mistik kuş Simurg Fars sanatında kanatlı dev bir kuş olarak resmedilmiştir.  

Tüylerinin bakır renginde olduğu ve bazen insan yüzü ile de resmedildiği olmuştur. 

Antik İran efsanesinde Simurg'un ölümsüz olduğu ve “Bilgi Ağacı”nda bir yuvası bulunduğundan bahsedilir. 

Öyle ki o her uçuşa kalktığında, bilgi ağacının yaprakları titrer yeryüzündeki her bitkinin tohumlarının dökülmesine neden olur. 

Bu tohumlar dünyanın her yanına dağılır; gelmiş geçmiş her bitki çeşidinin kök almasını sağlar ve böylece de bu bitkiler yoluyla insanoğlunun tüm hastalıkları tedavi edilir. 

Onun kanatlarının bir dokunuşunun her türlü hastalık veya yarayı tedavi edeceğine inanılır ve tüm efsanelerde Anka kuşunun ortak özelliği ölümsüzlüktür… 

Öleceği zaman bir tür ateş olup kendi kendini yakan ve her defasında kendisinden yani küllerinden yeniden doğan bir kuştur o. 

Simurg aynı zamanda kendini aramanın sembolüdür.  

Efsaneye göre kuşların hükümdarı olan ve Kaf Dağı’nda yaşayan Simurg Bilgi Ağacının dallarında yaşar ve her şeyi bilir. 

Tüm yeryüzü kuşları Simurg’a inanır ve onun kendilerini her sıkıntıdan kurtaracağını düşünürlermiş. 

Ama uzun bir süre içlerinden onu gören olmamış. 

Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. 

Bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. 

Onun var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg’un huzuruna gidip, yolunda gitmeyen şeyler için yardım istemeye karar vermişler.

Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. 

İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. 

Yorulanlar ve düşenler olmuş. 

Önce ‘Aşk Denizi’nden geçmişler sonra ‘Ayrılık Vadisi’nden’ uçmuşlar.

‘Hırs Ovası’nı aşıp, ‘Kıskançlık Gölü’ne’ sapmışlar. 

Kuşların kimisi ‘Aşk Denizi’ne’ dalmış, kimisi ‘Ayrılık Vadisi’nde’ kopmuş sürüden. 

Kimi hırslanıp düşmüş ovaya, kimi kıskanıp batmış göle.

Aşılması gereken bu son derece zorlu vadiler; aşk, istek, marifet, hayret, tevhid ve yokluk vadileri olarak tanımlanmaktadır. 

Anka'yı bulmak için yollara düşen bu kuşların içerisinde sadece otuz kuş Kaf dağına ulaşabilmeyi başarmış…” 

Simurg efsanesi insanoğlunun ölümsüzlüğe olan hırsını ve gerçek bilgiye olan açlığını, sabırlı olmanın önemini, çaba göstermenin değerini ve emek sarf etmenin ehemmiyetini vurgulamakta. Zümrüdü Anka’yı aramak için yollara düşenlerin ve bu çetin yollarda istikametini kaybedenlerin hikâyesidir aslında Simurg.

Bugün bizler de 1500 yıldır İslam toplumları olarak yolumuzu kaybetmiş vaziyette, bize ışık olabilecek gerçek bilgiye ulaştırabilecek Simurg benzeri ölümsüz yol göstericiler arıyoruz. 

Bulduklarımız ise genellikle bizi bilgiye ve hikmete değil geçmiş sapkın hariciliğin ya da onların bugünkü temsilcileri olan şiddet gruplarının yollarına sürüklüyor. 

Ya da çoğu dışardan birer şefkat ve nur kaynağı gibi gözükse de gerçekte birer süfli çamur yığını olan mistik bataklıklara…

***

Allah Resulünün vefatını müteakip zuhur eden itikadi nitelikli ilk fırkadır Haricilik.

Taassup ve katı tavırları yüzünden onları şiddet temelli ilk öncüler sayabiliriz.

Toplumu kendi itikadı anlayışlarına göre düzenlemeye çalışarak sadece kendilerinden müteşekkil bir İslam toplumu düşlüyorlardı. Bunun için her türlü şiddete başvurmayı meşru gördüler. Ve aslında kitaptan delilleri de vardı…

Onların sert ve hoşgörüsüz olmalarının temelinde sığ /halis bedevi olmaları yatıyordu. 

Arap dilini iyi kullanmaları ve hitabet yetenekleri ile çevrelerindeki birçok insanı etkileyerek peşlerinden sürükledi. 

Ötekileştirici dilleri ile kimi zaman kendi düşüncelerini benimseyen kimseleri dahi pervasızca tekfir etmekten geri durmadılar. 

Hz Ali’yi tekfir ederken aynı düşünmüş; müşrik mi yoksa kâfir mi olduğu hususunda ise ihtilaf etmişlerdi. 

Her büyük günah işleyenin kâfirliği hususunda ise aynı düşünüyorlardı.

Çoğu devamlı namaz kılmaktan alınları çatlamış, elleri ve dizleri deve dizleri gibi nasırlaşmış, temiz elbiseli kimselerdi.

Akidelerini Kuran’dan hareketle oluşturdular ve şiirleri mektupları konuşmaları hep Kuran ayetleriyle dolu idi.

Bedevi bir hayattan gelmelerinin getirdiği katı ve sert tutum, kitabı yüzeysel anlamalarına ve beraberinde kendileri dışında herkese karşı katı ve aşırı tavizsiz olmalarına yol açtı.

Tarih sahnesinden silinip gittiklerinde geriye yüzyıllar boyu Müslüman toplumların başına bela olacak ve adı Haricilik olmasa da onların yolunda yürüyen benzer tekfirci fırkalar bıraktılar…

Selam ve dua ile…

Yazarın Diğer Yazıları