Enes Tarım

ÖLÜ ŞEHİRLERİN RUHU OLMAZ Kİ

Enes Tarım

Yıllardır Amerikan ve İngiliz kültürüne maruz kalarak beyni sulanan bizlerin, kaotik düşünce ortamlarından akıl baliğ çıkabilmesi çok zor.

O yüzden olsa gerek çevremizde gelişen olayları anlamıyor, tepki vermiyor, sadece egemenlerin gösterdiği istikamet doğrultusunda yürüyor, yürüyoruz…

Çok uzun bir süredir tüm dünyada Müslümanlar söz konusu olunca yaşam hakkı, bir değer olarak dahi görülmüyor.

Suriye ve Irak başta olmak üzere tüm İslam coğrafyasının masumları, onlarca yıldır kimyasallar da dahil olmak üzere her türlü silahla rastgele katledilirken, şehirler yerle bir edilip enkaz yığınları haline dönüşürken; uygarlık, medeniyet ve modernizm iddiasındaki batı maalesef hep sessiz kaldı.

Göstermelik kimyasal silah imhaları faaliyetleri ile herkesi avutuyor; işlerine gelmeyen birilerini nükleer ve kimyasal üretimi ile suçluyor ama kendi coğrafyalarında ha bire en vahşi en öldürücü silahları üretiyor, üretiyorlar.

***

İslam dünyasında ise, her coğrafyada ezilen, horlanan ve yaşam seviyesi en altlarda büyük kesimler var.

Maalesef hayat, yüzyılımızda Müslümanlar için adaletsiz ve acımasız.

Öyle bir iklimde yaşıyoruz ki, dört yanımız savaş çığlıklarıyla dolu.

Dünya sanki satranç masası ve büyük güçler vezirleri, şahları etkileyerek, piyonları ölümüne savaşmaya zorluyor.

Suriye kentlerinin son halini gördünüz mü?

Adeta hepsi de birer hayalet şehir.

Yakılıp yıkılmış, sağlam bina kalmamış.

İçerisinde yaşamaya çalışanların halleri içler acısı.

Şu soruyu yüksek sesle sormamız lazım:

“Neden bizim çocuklarımız da onların çocukları gibi sokaklarda uçurtma uçuramıyor?

Neden küçük kızlarımız şimdilerde varil bombaları altında delik deşik olan o sokaklarda ip atlayıp, oyunlar oynayamıyor?

Kucaklarında minik oyuncak bebekleriyle dolaşamıyor?

Egemenler, neden şehirlerimizi rahat bırakmıyor?

Nefes almak, yaşamak, sıradan bir hayatı ikame etmek bu coğrafya yaşayanlarının da hakkı değil mi?”

“Her şehrin bir ruhu vardır” diyorlar.

İçerisinde yaşam olmayan bir şehrin ne ruhu olabilir ki?

Şehre ruhunu veren, içerisinde pür-neşe ile oynayan, koşuşan çocuklardır.

Kıyılarında oltayla balık tutan amcalar, pazarda sebzenin iyisini seçmeye çalışan teyzeler, hararetle maç kritiği yapan gençler, telaşla otobüsüne yetişmeye çalışan insanlar olmadıktan sonra o şehrin ne ruhu olabilir ki?

Oysa batı kültürünün aksine, İslam’da amaçlanan tüm dünya insanlarının huzuru ve sükunudur; davette bunadır.

“…Hıyanet etmeyiniz!

Ahde vefasızlık göstermeyiniz!

Küçük çocukları öldürmeyiniz!

Kadınları ve yaşlanmış pir-i fanileri katletmeyiniz!

Ağaçları kesmeyiniz ve yakmayınız!

Evleri yıkmayınız!

Orada, Nasranilerin kiliselerinde, halktan uzaklaşmış, kendilerini tamamen ibadete vermiş birtakım kimseler bulacaksınız.

Sakın onlara dokunmayınız!..”

Bunlar efendimiz (sav) in 629 yılında, beyaz bir sancak vererek onurlandırdığı İslam ordusu komutanı Zeyd b. Harise’ye ordu yola çıkarken söylediği sözler…

Efendimiz sav devamla şöyle diyor:

”….Onları İslamiyete davet et. davetine icabet ederlerse kabul et ve onları serbest bırak!….

Eğer Müslüman olmayı kabul etmezlerse, cizye (vergi) vermeye davet et! Buna icabet ederlerse icabetlerini kabul et ve kendilerini serbest bırak “ (Müslim, Ebu Davud).

İnsanları arındırmak demek, onlara konforlu bir ölüm sunmak değildir!

Onları kafalarını bedenlerinden ayırarak arındıramazsınız.

Adaleti, savaşlarla hakim kılamazsınız ki?

Korkarak, zulümden yılarak iman etmiş insanların imanlarının ne anlamı olabilir?

Halkların yüzlerce yıldır yaşadıkları yerleri, aç, açık ve sefil bir vaziyette terk edip kaçarak bıraktıkları kuru topraklara bayraklar asmanın Allah katında ne değeri olabilir?

Şehirlerin ve insanların ruhunu öldürdünüz!

Ölü ruhlar masivaya ulaşabilir mi?

Ağlamaklı, mahzun bakışlarla, terk edilen bir toprak parçasında, insanlara can-hayat verecek ürünler yetişebilir mi?

Oysa onları arındırmak, dini temiz ve saf bir şekilde sunmak, hidayetlerini istemek, kurtuluşa ve İslam la hayat bulmaya çağırmaktır.

Kalplerde insana hayat verecek şeylerin yetiştirilmesidir arındırmak.

Dinin yanlış anlaşılmasına ve kalplerin katılaşmasına vesile olmak ise ateştir.

Uzun emekler sonucu yıllar süren uğraşlarla tutuşturulan kurtuluş meşalelerinin sönmesine vesile olmak ta ateştir.

En acısı ise, takva elbisesi giyerek, sıratı mustaqim yolunda ilerlediğini zannederken, o adımların ateşe götürmesidir.

Dikkat edelim, davet ettiğimiz cennet sakın birilerinin vehimleri olmasın?...

Şehadet rüyaları görürken, yüz çevrilen, havzın başından kovulanlardan olmayalım!

Hayatımızı birilerinin vehimlerine kurban etmeyelim!

Selam ve dua ile…

Yazarın Diğer Yazıları