Enes Tarım

Maniğin Tarlası

Enes Tarım

Çoğumuz bilir çevre yolunun alt tarafında sanayi istikametine giden ve Çavuşoğlu içerisinden geçen bir yol vardır. İşte o yol üzerinde metruk bir kilise binası var. Bir cami kadar büyük ama içi bir virane kadar dökük. Orjinal adı ile Taşhoron Kilisesi… 

Neden bilmiyorum ama ilgimi çekerdi Çavuşoğlu’ndaki Kilise binası. Nasıl bir yer, içerisinde ibadet ediliyor mu, bizim camilere benziyor mu diyerek…

Zaten çocukluğum Çavuşoğlu’nun az aşağısında Dutluk denilen çevrede geçmişti. Eskiler bilir şimdiki Adliye binasının üzerine konduğu yer. Az ilerisi Sarıcıoğlu, yan kısmı Karabatak, Gavur Sini…

İçerisine girdiğimde büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştım. Her tarafı dökülmüş, çöplüğe dönmüş kırık dökük bir yer idi. Öyle ki birilerinin bazı geceler sığınağı olmuş, içkiler yudumlanıp şişeler atılmış, bir kenarda ateş yakılıp ısınılmış izbe bir bina…

Buranın bir zamanlar çok görkemli ve bakımlı bir yapı olduğunu; o dönemin Hıristiyan ahalisine ibadetgah görevi yaptığını düşünerek bu haline üzüldüğümü hatırlıyorum.

O gün çocukken bile yıllar önce hangi dinden olursa olsun insanların ilahlarına ibadet ettikleri yerlerin özel olması, korunması, muhafaza edilmesi, bakımlı olması gerektiği kanaatindeydim.

Sonraları her geçişimde aynı sorular zihnimi kaplayıp durdu. Burası neden yıllardır böyle metruk? Geçmişte burada ibadet eden Hristiyan halk nerede ve şimdi nasıl ibadet ediyorlar? Neden burayı restore edemiyor, çocukları ile beraber ailece bir Pazar günü dahi olsa Kiliselerine gelemiyor, özgürce ibadet edemiyorlar?

***

Taşhoron Kilisesi 1700’ lü yıllarda Kilise olarak 1335 metrekarelik bir alana kurulu eski kesme taşlardan yapma bir bina. Geçtiğimiz gün bir gazetede Malatya Büyükşehir Belediye Başkanı Selahattin Gürkan’ın restorasyon çalışmaları devam eden Kilisede incelemelerde bulunduğunu yazan bir haber okuyunca bunlar aklıma geldi. Ve sevindim doğrusu.

Kilisesi’nin uzun yıllar kendi haline terk edildiğini belirten Gürkan: “Büyükşehir Belediyesi olarak tarihi mekanların yeniden ayağa kaldırılarak gelecek nesillere aktarılması için çalışmalar başlattık…” diyordu. Sayın Selahattin Gürkan’ ı:“Bu tarihi değerimizi biz insanlığın ortak değeri olarak görüyoruz…” sözleri için de ayrıca tebrik ediyorum.

Ben bir Müslüman olarak böyle şeyleri önemsiyorum ve bir arada barış içerisinde huzurlu ve güvenli bir kent beklentisi için böyle faaliyetleri önemli bir adım olarak görüyorum…

***

Ali Haydar İmre isimli bir kardeşimiz yazmış o mahallede geçen anılarını ve bir solukta okudum. Yazı uzun olsa da en azından bir kısmını alıntılamak istiyorum:

“Tamamı Alevi olan mahallede evimizin 150 metre uzağında ağaç kütükleriyle örülü tavanı olan bir kilise vardı. Evimiz Çavuşoğlu Mahallesi ile Salköprü Mahallesi’nin ortası sayılabilecek bir noktada idi. İki mahallenin tam ortasındaki arsanın (buğday pazarı) arkasında boş bir tarla vardı. Bizim ve bilcümle mahalle çocuklarının maç yaptığımız bir tarlaydı. İki mahalleli için de adı aynıydı o tarlanın: “Maniğin Tarlası…”

Adeta biz çocuklara tahsis edilmiş, güvenli, bol güneş alan, cadde tarafında iki katlı bir evin bulunduğu tarla… Arsanın tam arkasından inince tarlaya, bir parmak kalınlığında akan küçük bir su vardı. Sıcaktan, oyundan, tozdan bunalan minik bedenlerimizle “birimi alan, kara yılan” bağrışmalarıyla molalar verirdik suyun başında… Maniğin Tarlasında Maniği tanımadan büyüyorduk. Manik kimdi, neredeydi bilmiyordum. Merak etmişliğimi de hatırlamıyorum.

Evimizden okula doğru gittiğimizde sağ tarafta taş duvarlarıyla yükselen kiliseyi görürdük. Önündeki boş alan çocuklarındı adeta. Çocukluğumda her oyunun oynandığı bir dönem vardı. Bilye, çivi, memeli şeker, tipitip adıyla başlayan çocuk dolu haftalar vardı. Gündüzleri bu kilisenin önünde oynardık bu oyunlarımızı.

Güneşten bunaldığımızda kaçardık kilisenin içine… Ana kapıdan kiliseye girdiğimizde unuturduk yorgunluğumuzu ve başlardık taş savaşı yapmaya. Merdivenlerden yukarı doğru koşuşup mevzilenenler daha avantajlıydı…. Kırılırdı kafalarımız, kanardı dizlerimiz, ağlardık, fakat çocuktuk, üflediğimizde geçerdi. Büyüklerimizin bol cinli hikayeleri korkuturdu bizi ama geç saatlere kadar kilisenin içinde oynamak, üstüne tırmanmaktan hoşlanırdım, korkmazdım, korkmazdık.

Yağışlı bir günle uyanırken mahalle, komşular soğuk mart ayını ısıtmak için kilisenin çöken tavanındaki kütükleri taşıyorlardı evlerine. Ben de taşıdım birkaç kütük eve gururla… Sıkıyönetim günleriydi… Evimizin karşısındaki kahvede silah seslerini duydum. İlkokul üçüncü sınıfa gidiyordum. Babam kahveden eve geldiğinde bir polisin öldüğünü, bir polisin yaralandığını söyledi. Evler basıldı; bizim evimiz de… İşte o günlerde kilisenin dış kapıları kapatıldı, örüldü. Polisleri vuranlar kaçıp kilisede saklanmışlar… O yüzden kapatılmış kilisenin kapısı. Bense bunları dinliyor ve hücrelere kapatılmış babamı düşünerek oynamaya devam ediyordum kilisenin önünde…”

***

Geçmişte sağ sol kavgaları ve mezhepsel kaygılarla birçok olumsuz şey yaşandı geçti gitti. Şimdilerde o öfke patlamalarının ne kadar lüzumsuz olaylar olduğunu görüyor anlıyoruz. Bugün de aklı başında olmayan o kadar çok insan var ki. Aklı başında diyorum çünkü faşizan düşünen, Müslüman olmayan herkesten nefret eden o kadar çok ucube var ki çevremizde. Allah’ın sadece kendi Allahları olduğunu ve çok özel olduklarını düşünen.

Bu bedeviler yaşadıkları her yerde kendileri gibi olmayan, farklı düşünen, kendi gibi inanmayan herkese birer düşman gibi bakar öyle muamele ederler. Sağda solda konuşur, dedikodu yapar, insanları kışkırtır; bir de yaptıkları işin Allah için olduğuna inanıp, bu sapkın düşünceleri karşılığında cennet bekleyen.

En büyük özellikleri empati yapmamaları. Yurtdışında yaşayan Müslümanlar için cami talebinde bulunup dini özgürlüklerden bahsedip kendilerine ibadet özgürlüğü tanımayanlara faşist der ama kendi memleketine geldiğinde aynı talepte bulunan farklı dinden insanlara düşmanca bakar. 

Böyleleri için sadece yüce kitabımız Kuranı Kerimdeki şu ayeti okumak yeterli sanırım:

“…Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler yıkılır giderdi. Allah, kendisine yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.”  (Hac 40)

Selam ve dua ile…

Yazarın Diğer Yazıları