Enes Tarım

Kitabı farklı okuma çabaları - 2

Enes Tarım

Kur'an bize ilahî kelam olması münasebetiyle hem bu dünya hem de gayb âlemiyle ilgili bilgiler verir. Özellikle dünya hayatıyla ilgili olanları anlamada fazlaca problem yaşanmazken gaybi alemle ilgili konularda farklı anlamalar olması muhtemeldir. 

Allah, ahiret, cennet, cehennem, ölümden sonra başka bir hayatın var olup olmadığı, hesap gününün nasıllığı ancak ilahî kitapların verdiği bilgiler sayesinde bilinir.

Bu meyanda Kuran dünyevi konuları muhkem anlaşılabilir bir üslupla ifade ederken; gaybi konularda müteşabih bir dil kullanmıştır. 

Muhkem helal ve haramlarla ilgili iken; müteşabih ise cennet cehennem kıyamet ahiret gibi konuları içerir.

Gaybi alanda örneğin Allah'ın zatı ve sıfatları, melekler, cennet, cehennem gibi varlıklar duyularla algılanamadığından mecazî dil kullanmak zorunludur. 

Mesela Kur'an'da “altlarından ırmaklar akan cennetlerden” veya “kaynar suların bulunduğu cehennemden” bahsedilir. Ya da Allah'ın eli, Allah'ın yüzü gibi ifadeleri sözlük anlamları ile değil mecazi olarak anlamak zorunludur. Nitekim insan vücudunda bir uzvu tanımlayan el kelimesi ile “Allah’ın eli” kavramı somut açıklamalarla nasıl anlatılabilir ki? 

Ya da “Doğu da batı da Allah'ındır. Nereye yönelirseniz yönelin Allah'ın vechi orasıdır” ifadesinde geçen vech kelimesi gibi…

*** 

Mamafih Kitaptaki bazı ayetlerin/ kelimelerin birden fazla manaya gelmesi zaman içerisinde birtakım farklı yorumlamalara olanak sağladı. 

Hz. Peygamber döneminde de benzer şeyler olmuş onun tefsiri ve yorumlamaları ile muradın ne olduğu vuzuha kavuşmuştu. 

Örneğin Adiy b. Hatem “fecrin beyaz ipliği siyah iplikten seçilinceye kadar yiyin” ayetini zahiri manasında anlamış, yastığının altına biri beyaz, diğeri siyah olmak üzere iki ip koymuş, fecir vakti geldiğinde bu ipler arasında bir ayırım yapamamış ve durumu Hz. Peygambere arzetmiş; Hz. Peygamber de bu ifadede yer alan beyaz ipliğin gündüz, siyah ipliğin de gece manasında olduğunu kendisine vurgulamıştı. 

Dolayısı ile ayetin manası mecaz idi. 

Ancak mecazi yorum sonraları kitabın bir zahiri bir de batını olduğu anlayışına götürdü bazı kesimleri. 

Özellikle mutasavvıflar “Zahir avamın nasların zahirinden anladığı manadır. Batın ise ancak veliler tarafından bilinir” diyerek Allah resulü döneminde olmayan tevillere kapı araladı. 

Onlara göre ayetlerin batıni manalarını bilmek sezgi ve ilhama dayanmaktaydı. 

Kur'an, bütün insanlara hitap etmekte iken ve kendisinin anlaşılır bir dille indirildiğini söylerken ve dinleyenler anlasın üzerinde düşünsün, akıllarını kullansın ve aralarındaki anlaşmazlıkları onunla çözümlesinler için indirildiğini vurgularken onu afaki yorumlarla yorumlamak büyük kavram kargaşalarına yol açtı. 

Öteden beri kutsal metinlerin sonsuz manalar içeren sırlı ve gizemli sözlerle dolu olduğuna dair bir yaklaşım olagelmiştir. İslam tarihinde de bu konuda öncelikle Batıniler, Şia ve ardından Tasavvuf ehli bu yaklaşımın en önemli takipçileri olarak akla gelmekte. 

Onlara göre kitabın ince ve derin manalarını bilen; keşf, ilham, marifet, basiret, feraset, rüya gibi manevi yolları Allah’ın kendisine ilim olarak verdiği özel insanlar vardı. 

Allah güya seçilmiş kullarına Kur'an-ın gizli inceliklerini, işaretlerini, nurlarını anlamayı lütfetmişti. İşte bu yüzden onlar gaybi sırlara muttali kılınarak bir anlamda Allah resulünün ölümü ile kesilen vahyin inişini devam ettiriyorlardı. 

Ulema bir ömür tüketerek büyük emeklerle Kur'an-ı anlamaya çalışırken bunlar yaratıcı ile irtibata geçiyor, sohbet ediyor, ondan bilgiler alıyor ve bu bilgilerle Kurana denk kitaplar yazabiliyordu. Bu meyanda içlerine doğan ilham denilen vehimleri tefsirlere döküyor çoğu zaman da Kurana zıt saçma sapan teviller yapıyorlardı. 

Öyle ki, bu seçkin kişiler yazdıkları tefsirlerin/kitapların mukaddimelerine bu eserin Allah tarafından kendilerine yazdırıldığını dahi yazabildiler. 

Bu seçkin sufiler “Firavuna git” (Taha 24) ayetindeki Firavunun “kalp” olduğunu; “Allah size bir inek kesmenizi emrediyor” (Bakara 2/67) ayetindeki ineğin “nefs” anlamına geldiğini, “ayakkabını çıkar” (Taha 12) ayetinden kastın dünya ve ahiret olduğunu savunuyordu. 

Kur'an'daki kıtalla ve cihatla ilgili ayetleri nefis terbiyesi anlamında tevil ederek Tevbe suresi 123. ayetteki “yakınınızda olanlar” ifadesinden kastın “nefs” olduğu yorumu ile ayetten kastın nefisle savaşılması gerektiği savunuyorlardı. Tabi nefis savaşının verilebilmesi için bir tarikat ve şeyhe müntesip olunması gerektiğini de iliştirerek…

“Bunlar günahları yüzünden suda boğuldular” (Nuh 25) ayetini “marifetullah denizlerinde boğuldular” şeklinde; Nuh'un kendi kavmi hakkında söylediği sözlerin yergi değil aslında övme olduğu; firavunun iman ederek öldüğü; “Allah onların kalplerini mühürlemiştir” (Bakara 7) ayetini “Onlar Allah'tan başka bir şey tanımazlar” şeklinde; yine aynı ayetteki  “kulakları mühürlüdür ve gözlerinin üzerinde de perde vardır” ifadesini de “Onlar Allah dışında bir şey duymaz ve Ondan başkasını görmezler” şeklinde ilgisiz alakasız tevillerle tefsir ettiler. 

Sonuç olarak İslam tarihinde batıni yorum anlayışı büyük oranda benimsendi. 

Halbuki Allah insanlara kendi dilleri ile anlaşılabilir şekilde mesajını iletmiş ve onları bilgilendirmişti.    

Kendi söylemek istediği şeyleri ya da iç dünyasının vehimlerini rüya ya da keşf adı altında Kuran'a söyletmek aslında çok cesaret isteyen bir davranıştı… 

***

O halde Allah’ın bir insanla konuşması sadece vahiy yoluyladır ve bu da ancak bir peygamber vasıtasıyla olur.

Allah diğer peygamberlere vahyini nasıl bildirmişse Hz. Muhammed’e ( sav) de aynı şekilde bildirmiştir. 

Ve bu Allah'ın bir Sünnetullahıdır. 

Kitabı sadece bir meal üzerinden okuyarak değerlendirmek çoğu zaman indiği dilin, çevrenin ve zamanın şartlarını bilmediğimizden bizleri yanlış yönlendirebilecekken; kendi heva ve hevesinden rüya ilham ve keşf adı altında batıni yorumlar yapan birinin tevillerini ciddiye almak ta dinin ciddiyetini azaltacak, saçma sapan hurafelerin bugün olduğu gibi din adı altında sunumuna zemin hazırlayacaktır.

Velhasıl, her yönü ile mükemmel, yanılmayan, hatadan münezzeh olan Allah daima eksik olan ve yanılabilme ihtimali her daim yüksek olan insana yani bize kitabını eksiksiz indirmişse de bizler asırlar içerisinde onun mesajını yanlışa yorumlayabilecek ne varsa yaptık.

Kimi zaman kıt akıl ve ilmimizle süfli emel ve itibarımız için yaratıcı ile irtibata geçtiğimizi ondan ilham aldığımızı iddia ederek vehimlerimizi ona hamlettik.

Asırlar boyu bize inanan saf insanları da buna alet ederek kitabın anlaşılabilir, sade ve net ifadelerini karmaşıklaştırıp tahrif edip durduk.

Oysa yaptığımız sadece, kendini ateşe dayanıklı zanneden gafillerin bir umarsızlığı idi…

Selam ve dua ile…

Yazarın Diğer Yazıları