Enes Tarım

İçimizdeki Fors Sahipleri

Enes Tarım

Cahiliye kelimesi Arapların İslam öncesi inanç, tutum ve davranışlarını tanımlamak için kullanılıyor olsa da; o aslında sadece geçmişte kalmış bir zamanın adı ve özelliği değil, bilakis bir zihniyetin adıdır. Çünkü o, tarihsel bir tanımlama değil, sıfattır ve her zaman her yüzyılda hem bireysel hem de toplumsal anlamda tevhidi olmayan hayat tarzlarını, yaşam şekillerini tanımlar. 

O, “İslam öncesi” diye de tercüme edilemez; çünkü daha çok şimdiyi anlatır. Ve her daim hortlamaya hazır bir tehlike olarak zihinlerde gizliden gizliye varlığını sürdürür. Ta ki mümbit bir ortam buluncaya dek…

Cahiliyenin güç kaynaklarından biri de kibirdir. 

Türkçede büyüklenmek ve böbürlenmek kelimeleriyle ifade edilirken günlük hayatta daha çok, “egosu şişirilmiş, refah ve zenginlikle şımartılmış fors sahipleri” anlamında kullanılır. İman etmeyenlerin genel bir hasletidir ve Kuran buna “teref” der. Refah ve bolluk içinde yaşayıp; servet ve zenginlikle büyüklenerek şımaranlar... 

Yani içimizdeki rahatlık ve konfordan şımarmış fors sahipleri...

***

Kur’an-ın en büyük mucizesi şüphesiz kullandığı edebi dildir.  Adeta bir sanat eseri misali yapmış olduğu anlatımlarla şiirimsi tasvirlerde bulunur, öğütler verir, nasihat eder, yaratıcıya kulluğa çağırır, cahiliyeden ve şirkten uzak durulmasını salık verir. İnsanların bulundukları toplumlarda diğer insanlarla nasıl ilişkiler geliştireceklerinden ahlaki münasebetlere; örf adet ve idari tasarruflardaki ölçüden hak ve adaletin ne olduğuna ve bir toplumsal düzenin inşasında hukuksal düzenlemelerin nasıllığına kadar hükümler vaz eder. Bunu yaparken de mensuplarının oturuşundan kalkışına, yürüyüşüne, konuşma tonuna kadar her şeyi ince ince işleyerek muvahhit bir nesil inşası amacı güder.

İşte Kuran nazil olduğunda müşrikleri en derinden yaralayan yönü, şiirsel anlatım ve cümle kurguları idi. Bu edebi sanatsal içeriğe hayret duyuyor, itiraz edemiyor, eleştiremiyor sadece yalanlıyor ve “Bu olsa olsa bir büyüdür, Muhammed bunu cinlerden, şeytanlardan almıştır…” diyebiliyorlardı. Ve onlar o dönem Arap dilinin zenginliği ile öğünüp içlerinden şairler çıkarıyorken, Kuran onlardan itirazlarına karşılık bir benzerini yazabilme meydan okuyuşunu yapıyor, çaresiz bırakıyordu. 

İşte Kuran cahiliyenin ana omurgalarından kibir konusunu işlerken bunun nasıllığını Lokman (as) üzerinden bizlere anlatır. Bizler Lokman’ın ne zaman ve nerede yaşadığını ya da ne ile iştigal ettiğini bilmiyoruz. Sadece Rabbimizin ona değer verdiğini ve örnek bir şahsiyet olarak bahsettiğini biliyoruz. Kitabın, kimin nereli, nasıl olduğu ile değil hayata yön veren değerlerle ilgilendiğini bildiğimiz gibi... 

***

Lokman kıssasında geçen en ilginç kelimelerden birisi de “Sar” kelimesi. Arapça metinlerde çeşitli anlamlara gelse de, Kur'an'da bu kelime develerle ilgili bir hastalığa işaret etmek için kullanılmakta. Öyle ki develer bu hastalığa tutulduğunda, boyunları yukarıya kalkık, dik bir şekilde başlarını çevirmeden bir yürüyüşle yürürdü. Lokman(as) oğluna öğüt verirken, onun böyle davranmayıp, konuşurken yüzünü insanlara alaka ile çevirmesini ve onlara karşı asla kibirlenmemesini nasihat eder:  “Kibirlenerek boynunu bir yana büküp insanlardan öte çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme…” (Lokman 18). O, oğluna yürüyüşünden ses tonuna, nasıl davranması ve konuşması hususunda öğütlerde bulunur: “Yürüyüşünde doğal ol, sesini alçalt…”(Lokman 19)

Bu yürüyüş, her türlü yapmacılıktan uzak, tabii bir yürüyüştür. Ne bir gurur ve kibir gösterişi içinde, ne de acizlik yahut tevazu gösterişi içinde yürünecektir. Çünkü kibir ve kendini beğenme, bütün iyilikleri yok eden büyük bir afettir. Nitekim Şeytan kibri sebebiyle kâfir olmamış mıdır? Bu sebeple, Rabbimiz Kuran’da mütekebbirleri sevmediğini müteaddit yerlerde belirtmiş; Nebi(as) de şöyle buyurmuştur: “Kalbinde zerre ağırlığınca kibir bulunan kimse Cennet’e giremez…”

Lokman’ın oğluna olan öğütlerinin sonuncusu ise, insanlarla konuşurken sesini lüzumundan fazla yükseltmemesi ile ilgilidir: “Sesini de alçalt! Çünkü seslerin en çirkini şüphesiz merkeplerin sesidir…” (Lokman 19). Şüphesiz bu, lüzumsuz yere yüksek ses tonuyla konuşmanın çirkinliğini ortaya koyan ve zihinlerde yer edecek, hiç unutulmayacak olan nefis bir benzetmedir. Şu halde insan, bu kötü duruma düşmemek için konuşurken ses tonuna dikkat etmeli ve sanki bir sağıra sesleniyor gibi sesini çok fazla yükseltmemelidir…

***

Rabbimiz Lokman’ı överek takdir edip Kitabında onun nasihatlarına yer verirken buna karşılık olumsuz kişiliklerden biri olarak ta Karun’u anlatır: “Karun Musa’nın kavmindendi. Kavmine karşı böbürlenerek onlara zulmetmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Onun kibirlendiğini gören kavmi kendisine şöyle demişti: “Şımarma! Allah şımaranları sevmez! Allah’ın sana verdiği bu servetle ahiret yurdunu kazanmaya çalış. Dünyadaki nasibini de unutma. Allah sana nasıl iyilik ettiyse, sen de başkalarına iyilik et. Yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışma. Allah fesatçıları sevmez.” Karun: “Ben o serveti kendi bilgimle kazandım”, dedi. Karun bilmiyor mu ki, Allah daha önceki zamanlarda kendinden daha güçlü, taraftarı daha fazla nice nesilleri helak etti. Günahkârlardan günahları sorulmaz bile. Bir gün Karun bütün debdebesiyle kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar: “Karun’a verilen keşke bize de verilseydi! Doğrusu o çok şanslı adam”, dediler. Bilenler ise: “Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara Allah’ın vereceği sevap daha değerlidir. Bu mükâfata ise ancak sabredenler kavuşur” dediler. Sonunda biz onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Allah’a karşı ona yardım edecek bir kimse bulunamadı. Kendisi de kendini savunup kurtaracak durumda değildi.” (Kasas 76-81)

Karun kıssası Rabbinin verdiği nimetlerle kibirlenen, kendini beğenip böbürlenenler için sayısız derslerle dolu. Hazinesinin anahtarlarını, güçlü bir topluluğun zor taşıyabildiği Karun, servetine güvendiği, böbürlenip gururlandığı için servetiyle birlikte yerin dibine geçirildi. Ve bizler yüzyıllardır Lokmanın nasihatlarını dinliyor, Karun’u da kibir ve şımarıklığı için lanetliyoruz…

***

O halde başkalarının küçüklüğü üzerinden büyük olduğunu hissetmek isteyenlerin halidir kibir. İnsanın kendisini layık olduğundan büyük görmesi, başkalarını ise kendinden küçük görerek gururlanmasıdır.

Etrafımız, servet yaptıkça kendini müstağni görmüş, ilmi arttıkça kibirlenmiş, bir dernek/ parti ya da cemiyette üst yönetimlere geldikçe şımarmış insanlarla dolu.

Kimleri mi kastediyorum? 

Kibri tespit etmekte hiç zorlanmazsınız ki? 

Görürsünüz, hissedersiniz. 

Size cüce diye hitap eder. 

İyiliklerinde hep riya vardır, sırıtır. 

Tevazu gösterir ama tevazu sahibi değildir. 

Aslında tevazu göstermeye çalışmak ta kibirdir. Çünkü kendini müstağni gören, tevazu göstermeye çalışır. Gerçek tevazu ehli, kendinde bir varlık hissetmez ki tevazu göstermeye çalışsın. 

Oysa insanı küfre sürükleyen bir yoldur kibir. Ve insan egosu bir canavardır, asla tatmin olmaz! Siz onu şişirdikçe o daha fazlasını ister. Çevresindekileri küçültüp aşağıladıkça, boyunlarını eğdirdikçe daha çok büyüdüğünü düşünür…

Aslında, servetle ve makamla şımarmış, bizleri cüce olarak gören zihniyetlerin asıl var edicisi yine bizleriz. Cücelik yapanlar ve cüceliğe oynayanlar, etrafımızdaki mütrefleri var etmekte; onların kendilerini her şeyden ve herkesten müstağni görmelerini sağlamakta. Onlarsa, Rablerinin kendilerine imtihan olarak verdiği nimetler ve makamlarla şımarmakta; dünya hayatının ışıltılı, cezbedici güzellikleriyle hemhal olarak, altlarında bulunanları birer tebaa gibi algılamaktalar. Ağızlarından: “Ömer’in adaleti” cümlelerini düşürmemekte, yeryüzünün derebeyleri, avam kamarasının lortları gibi etrafımızda salınıp durmaktalar.

Unutmayalım; kibir ashabını var eden de, onları değerli kılan da bizleriz. 
Onlar tamamen bizim eserimiz, dayanakları bizleriz… 

Onlar, yani etrafımızda kasıntı ile gezinen, ellerindeki nimetlerin bir imtihan vesilesi olduğunu bilmeyen, dünyaya tapınan şımarık kibir sahipleri Allah katında Ashabı Kehf’in köpeği kadar dahi değerlerinin olmadığını anlayacaklar bir gün. 

Kitapları soldan verildiğinde şaşırıp bakakalacaklar. 

Kendilerini şişirip alkışlayan cüceler de kaybolacak etraflarından. 

Veyl olsun bize diyecekler, biz gerçekten de kaybedenlerdenmişiz. 

Veyl olsun ashabı terefe! 

Veyl olsun refah ve zenginlikle şımartılmış fors sahiplerine…

Selam ve dua ile…

Yazarın Diğer Yazıları