Enes Tarım

HAYATIN ANLAMI NEDİR?

Enes Tarım

 “ Hafız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış;

  Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.

  Gece; bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış

  Eski Şiraz'ı hayal ettiren ahengiyle.

 

  Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;

  Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.

  Ve serin serviler altında kalan kabrinde

  Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.”

***

Yahya Kemal Beyatlı’nın “Rindlerin Ölümü” isimli bu şiiri nedense her okuyuşumda derin hüzünler bırakır eskiden beri.

Okurken acı bir melankolinin tesirinde her adım atışımla ölüme gidiyor gibi hissederim kendimi.

Ölümün o soğuk ve meşum yüzü her soluk alışta Azrail’le bir hasbihaldir benim için.

Ve nedense her bir yakınım öldüğünde, her bir sevdiğim insan ahirete intikal ettiğinde “inna lillahi ve inna ileyhi raciun / biz Allahtan geldik ve mutlaka ona dönücüleriz” buyruğu aklıma gelip terennüm ettiğimin akabinde bu şiiri okurum ezberimde nedense…

Çok sevdiğim kardeşim Selahattin Yanar’ın ölümünü işittiğim demde de yine böyle bir anı yaşadım geçmiş günlere dalarak.

Ve hayatın anlamını düşündüm uzun uzun…

Hayat denen bu uzun gözüken ancak Rabbimizin de kitabında belirttiği gibi bir çöp kırıntısı gibi rüzgarın şiddetli uğultusu karşısında savrulup giden, yok olan bir ömür yaşıyoruz aslında:

Ey Muhammed! Sen onlara dünya hayatının misalini ver. Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkileri birbirine karışmış, nihayet bir çöp kırıntısı olmuştur. Rüzgarlar onu savurur gider. Allah her şeye muktedirdir…” (KEHF 45)

***

O halde sizce hayatın anlamı nedir? 
Bu çoğumuzu durup düşündürecek bir soru sanırım. 
Neden derseniz çoğumuz hayatın akışına bırakmışızdır kendimizi.
Her gün aynı sokakları aşındırmak, aynı ulaşım aracına binmek, aynı işyerinde rutin işlerle uğraşmak ya da aynı aile ve arkadaş çevresinde benzer şeyleri yaşamak hayatı akışına bıraktırır bizlere... 
Bu yaşam şekli çoğumuza yaşadığımızın farkındalığını dahi unutturur zaman zaman.
Hayat kendiliğinden gelişen, sıradan, üzerinde etkimizin olmadığı, pasif ve edilgen kimliğimizle yer aldığımız bir oyun sahnesidir ve kurulu saat gibidir kimliklerimiz.
Aynı şeyleri aynı zamanlarda yaşamak üzere, aynı sahnede sahte kimliklerimiz ve maskelerimizle zoraki gülümseriz çevremize ve hayata... 
Ve yaşamın bir anlamı kalmaz yıllar içerisinde farkında olmadan.
O yüzden "Hayatın anlamı nedir?" sorusu soğuk bir duş etkisine yol açabilir çoğumuz için...
İdeallerimiz, beklentimiz, amacımız, ülkümüz, olmazsa olmazlarımız yiter gider zaman içerisinde yaşadıklarımızla...
Hayat monotonlaşır, tekdüzeleşir, sıradanlaşır.
Çocuğumuzu iyi bir okulda okutmak, iyi bir ev ve arabaya sahip olmak, iş yerinde terfi atlamak ya da varsa çocuklarımızın mürvetlerini görebilme saadetine erişebilmeye indirgenir çoğumuzun hayalleri yıllar içerisinde.
Tüm sosyal, dini, ideolojik ideallerimizi toplum olarak  hayat dışına iter ve  kendi inisiyatif ve tercihlerimizle belki farkında olmadan zihinlerimizi, düşüncelerimizi, irademizi köleleştiririz nedense. 
Oysa yüksek ideallere sahip olmak, büyük bir uçurumdan atlamaktır soluk soluğa.

Dibini göremediğimiz, sonunu bilemediğimiz bir boşluğa.

Yani ezel – ebed çizgisinden yaşamın gerçekliğine...

***
Hayatın bünyemizde anlamını yitirişi ve sıradanlaşması maneviyatımızı da etkilemekte ve inandıklarımızı sorgulamaya tabi kılmakta ruh dünyamızda.

Bir dönem uğrunda her şeyi feda edilebileceğimiz idealler, kalbi / manevi dünyamızda sıradanlaşıp ehemmiyetsizleşebilmekte nitekim.

Küçümsediğimiz düşünce ve yaşam sistemleri, zihin kalıpları vazgeçilmezimiz ve olmazsa olmazlarımız olabiliyor zaman içerisinde.

Önceliklerimiz, beklentilerimiz, farkındalıklarımız değişiyor ve hayat geçmişin tozlu sayfalarında önemsemediğimiz, dışladığımız gerçekliklerin sahiciliğine inanmaya zorluyor bizleri.
Reel / politik değişmezlerimiz olarak zannettiğimiz ideallerimiz de yaşadığımız hayatın akışında Hz Musa’nın beşiğini sürükleyen nehir dalgaları misali bizleri sürükleyerek hiç ummadığımız zamanlarda ve mekânlarda yetişmeye ve gelişmeye yönlendirebilmekte bizleri.

O halde geldiğimiz noktada, şu soruyu sorsak kendimize, doğru soruyu sormuş olur muyuz bilmiyorum:

“Ertelenmiş siyasi/dini/ideolojik kimlik ve taleplerimizle geleceğe bakışımız, tüm sıradan ideallerimiz gibi en yüce, uhrevi ideallerimizin de yitimi midir? 
Yoksa aslında ideal olana erişimiz midir? 

Ne dersiniz?

 “Onlardan bazı gruplara, kendilerini denemek için yararlandırdığımız dünya hayatının süsüne gözünü dikme. Senin Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha süreklidir…” Taha 131

Selam ve dua ile…

Yazarın Diğer Yazıları