Enes Tarım

Hayata Müdahil Bir Din: İslam

Enes Tarım

Cahiliye dönemi Araplarının Tanrısı dünyadan elini eteğini çekmiş, emekliye ayrılmış bir ilahtı.

O yarattığı evrenle ve içerisinde yaşayan kullarla doğrudan ilgilenmeyecek kadar yüce idi.

Dolayısıyla bu işi naiplerine, yardımcılarına, putlara, topluluklara bırakmıştı. 

Geçmiş diğer kadim kavimler de aynı Araplar gibi yaratıcı olarak Tanrıyı tanımlarken; dünya ile ilgili düzenlemeleri azizler, ermişler, krallar ya da meclislere bırakmış; Allah’ı hiçbir şeye karışmayan bir figür olarak tanımlamışlardı.

O yüzden tüm tağutlar tarih boyu yönetimlerini tanrısal zemine oturtup insanları kendilerine itaate çağırdı durdu.

Öyle ki bu durum kadim toplulukların hemen hepsinde vardı.

Örneğin Eski Babilliler Hammurabi’nin otoritesini ve yasa koyuculuğunu tanrıya dayandırmış; onun meşhur Hammurabi kanunlarını tanrı Şamaş’tan aldığına inanmışlardı. 

Eski Roma’da da Sezarlara itaatin tanrıya itaatle eşdeğer olduğuna inanılmış; bu nedenledir ki Kur’an’da Hz. Musa ile tartışmasında zamanın firavunu kendisinin Mısırın yegâne ilahı/rabbi olduğunu iddia etmiş (79:24) ve Hz. Musa’nın tebliğ ettiği öğretiye iman eden büyücülere tehditler savurmuştu: "Ben size izin vermeden mi iman ettiniz?" diyerek…

***

Tarih boyu tüm geleneklerde devletin tanrının kudret ve iradesiyle tesis edildiği ve dolayısıyla otoriteye itaatin tanrıya itaat olduğu iddia edildi.

Bu muharref semavi dinlerde de maalesef böyle idi. 

Bu konuda en dikkat çekici dinsel gelenek Hıristiyanlıktır. 

Hıristiyanlıkta iki otorite meşru kabul edilmişti: “Tanrı ve Sezar”. Yani kilise ve devlet... 

Son dönem Hıristiyan teolojisinin şekillenmesinde kilit bir yere sahip olan Pavlus, insanları nerede yaşarlarsa yaşasınlar emri altında yaşadıkları otoriter yapılara itaate sevk etti: “Herkes, altında yaşadığı yönetime itaat etsin. Çünkü Tanrı’dan kaynaklanmayan yönetim yoktur. Var olanlar Tanrı tarafından tesis edilmiştir. Bu nedenle, yönetime karşı direnen, Tanrı buyruğuna karşı gelmiş olur. Karşı gelenler ise yargılanır…”diyerek…

Buna göre her yönetim meşrudur; çünkü yönetim işi tanrı tarafından tesis edilen ve tanrının gücüne dayanan bir olgudur. Egemen güçlere karşı çıkmak Tanrıya karşı gelmekle eşdeğerdir. Mevcut düzenlere itaat tanrı tarafından tesis edilmiş düzene itaat, bunlara isyan ve başkaldırı ise tanrı düzenine başkaldırıdır.

Bu yüzden Hıristiyanlık tüm mezhepleri ve yorumlarıyla birlikte dünyevi iktidarlara teslim olmuş bir din görüntüsü verdi hep.

Dünyevi otoriteye ya da egemen güçlere isyan eden ve bu nedenle cezalandırılan kimseler, tanrısal düzene karşı çıktıklarından dolayı Tanrının gazabına uğramış olanlardı.

Hıristiyanlık bu durumun Mesih’in yeryüzüne ikinci gelişine kadar geçerli olduğunu zira Mesih’in ikinci kez yeryüzüne gelişiyle birlikte bütün iktidarların feshedilip otorite ve iktidarın yalnızca tanrıda 
toplanacağını düşünmekteydi.

******

İslam geleneğinde böylesi bir Allah tasavvuru hiçbir dönem olmadı. Bazı sapkın dindarlar tarafından cılız olarak zaman zaman dillendirilmiş olsa da hep marjinal kaldı. 

Çünkü Kuran her türlü egemenlik kullanımının sadece Allah’ın koymuş olduğu sınırlar çerçevesinde söz konusu olacağını net çizgilerle defaten vurgular durur. 

İslam Allah’ın öngördüğü ilkeleri ve sınırları dikkate almayan her sisteme, düzene, otoriteye, yapıya karşı çıkar. 

Zira Allah’ın öngördüğü kural ve kaidelerini dikkate almayan ve başka birtakım referanslara dayanan her yönetim başka güçleri ve değerleri Allah’a ortak koşmuş demektir. 

Bu nedenledir ki Kur’an’da herhangi bir konuda Allah ve Resulü bir hüküm verdiklerinde inanan bireye buna teslim olup itaat etmekten başka bir yol olmadığının altı kalın çizgilerle çizilir. (Ahzab 36)

Günümüzde bazı çevrelerde Allah’ın kitabında öngörülen kural ve kaidelerin zamanın ruhuna göre yeniden okunup anlaşılması gerektiği ve bu durumda tarihsel şartların değişimiyle bu kural ve kaidelerin de yeniden yorumlanması gerektiği şeklindeki söylemler yaygınlaşmakta. “Allah’ı gerektiği gibi tahayyül edememek” olarak kabul edebileceğimiz bu hastalıklı düşünceleri bizzat Kur’an şiddetle eleştirerek Allah’ın yalnızca yaratan, düzenleyen ve rızık veren değil; yöneten, egemen olan, yargılayan, hesaba çeken ve benzeri bütün üstün özelliklere sahip olan üstün güç olduğunu vurgular.

İslam da Allah otorite yetkisini mutlak anlamda kullanan güçtür. 

O otoritenin yegâne kaynağıdır. 

Mülkün sahibidir, maliktir, her şeye hâkimdir, hükmün yegâne kaynağıdır.( Ali İmran 26)

O, yerin göklerin ve her ikisi arasındaki her şeyin rabbidir. (Fatiha 2, Sad 66)

İnsanlar için takip edilecek yol, yöntem, nizam ve düzen koyandır. (Maide 3)

Doğruyu ve yanlışı, haramı ve helali, yasal olanı ve olmayanı belirleyen bu sınırlara riayet kurtuluşun ve hidayetin yegâne vasıtasıdır. 

Bütün bu özelikleri dikkate alındığında İslam’a göre Allah, sınırsız otorite sahibidir ve egemenliğin yegâne kaynağıdır.

Otorite yetkisine yönelik tüm merciler referansını ondan, yani onun koymuş olduğu hükümlerden, kurallardan almak durumundadır.

Allah’ın koymuş olduğu bir kural ve kaide karşısında hiç kimsenin bunlara riayet etmekten başka bir seçeneği yoktur.

Allah’ın belirlediği kural ve kaidelere dayalı olmayan ya da referansını Allah’ın kitabından almayan hiçbir yönetim, güç ve yetki kullanımı meşru değildir. 

Dolayısıyla insanlar, kurumlar ya da iktidarlar tarafından kullanılacak olan otorite yetkisi, otoritenin mutlak mercii olan Allah’ın koymuş olduğu sınırlara riayetle meşru olacaktır. 

O halde Allah’ın hükmetmediği her sistem, her düzen, her yapı gayrimeşrudur. 

Selam ve dua ile…
 

Yazarın Diğer Yazıları