Din afyon mudur?
Enes Tarım
“Hayvan oImak istiyorsan oIabiIirsin eIbette. Bunun için insanIığın acıIarına sırt çevirmen ve yaInız kendi postuna özen göstermen yeterlidir...” Karl Marks
“Din toplumun afyonudur… “ sözü Marx’ a atfedilen meşhur bir cümle...
Oysa ilk kullanan Marx değil.
Aynı dönemde yaşamış olan yakın arkadaşı “Heinrich Heine”’ e ait.
Ama Marx ile meşhur oldu...
Ne fark eder ki.
Marks için de din, bir anestezi, bir uyuşturucu ideoloji idi.
Ve dindarlık ta, itiraz etmeden katlanılan, alışılmış bir kölelik...
***
Afyon, sıkıntıları acıları unutmak için, ağrıları azaltmak için kullanılır çoğu kez.
Tahammül edilmez bir hayata katlanabilmek için...
“Din afyondur” sözünün altında yatan asıl anlam, dinin dünyada çekilen sıkıntıların ve baskıların acısını hafifletmek için bilinçli olarak vücuda zerkedilen bir ağrı kesici olmasıdır aslında.
Acıları azaltan, yahut baskıları meşrulaştıran...
Din zorluklar ve sıkıntılar altında ezilen insanlığın son umut kapısı, nihai hayat nefesi, kalpsiz bir dünyanın şefkat eli, ruhsuz bir çağın manevi ışığıdır.
Ve Marks’ göre gerçek mutluluğun tadılabilmesi için sahte bir mutluluk olan dinin yok edilmesi gerekir.
***
Marx’ın dine bakışı böyle...
Kullandığı cümleler dindarların kanına dokunan bir nitelik taşıyor olsa da, aslında onun yaşadığı dönemin Alman toplumuna bakmak lazım.
1800’lerin Alman toplumunda insanlar din çatışması yaşıyor ve toplumlar arası düşmanlık, din üzerinden farklı kesimler arasında derin baskılar yaratıyor.
Dindar Almanlar Hristiyanlık dini üzerinden kutsal devlet algısı beraberinde dini ve devleti sorgulayanları sevmiyor.
Bunu yapanlar devlet memuru olamıyor, akademisyenler istedikleri gibi özgür araştırmalar yapamıyor ve büyük baskı var.
Protestan Prusya’da gördüğü baskı Karl Marks’ın hayatı boyunca unutmayacağı bir acı, bir eziklik yaşatıyor.
Baba Marx, avukatlık mesleğini icra edebilmek için din değiştirmeye zorlanıyor.
Ve böyle bir ortamda yetişen Karl Marx, zaten inançlı biri değil.
Dinsel baskıyı kabullenemiyor...
O, din düşmanı değil ama dinsel duyguların devlet tarafından sömürülmesini reddediyor.
İnsanların haksızlıklar karşısında susturulmasında dinin önemli bir rol oynadığını düşünüyor.
Bu bağlamda onun gözünde dinin kendisinden çok “diyanet”idir tüm derdi.
Yani iktidarın oyuncağı haline gelen, içi saman dolu dini kurumlar...
Böyle bir ortamda dini kullanarak kendi otoriter yapısını inşa ederek bir kutsallık zırhına bürünen devlet kurumlarını ve bunu meşrulaştıran dini reddediyor.
Ne kadar tanıdık değil mi...
Çocuklarımız gençlerimiz dinden uzaklaşıyor ateistleşiyor deistleşiyor derken sakın bunun altında yatan nedenlerden biri de bu olmasın.
İki yüz yıl öncesinin Almanya’sında ve Avrupa’sında yaşanan otoriter din /devlet dayanışmasının meydana getirdiği ateist/deist kuşak oluşumlarının yaşadıkları oluşma süreçlerini şimdi biz islam toplumları mı yaşamaktayız.
Aynı sona doğru mu ilerlemekteyiz acaba?
O halde biz Müslüman dindarlar Marks’ın, o günün Almanya’sındaki muharref Hristiyan tezlerini kastederek; “Dinin gerçekten bir uyuşturucu olduğu” savına bugünden bakarak katılabiliyor muyuz?
Evet, hoşumuza gitsin ya da gitmesin islam toplumlarında da dinî duyguların geçmişten bugüne her dönem daha kolay yönetebilmek ve otoriter rejimlerin baskıcı yüzlerini bir şal gibi örtebilmek için dini bir uyuşturucu, bir anestezi gibi kullanıldığını kabul etmek zorundayız.
Dinin aslını kastetmiyorum...
Ama hepimiz görüyor ve yaşıyoruz ki din /toplum/devlet ilişkilerinde her muharref dini metin, dindarları ıslah etmenin kullanışlı bir yoludur.
Soljenitsin’in dediği gibi:
“Ah keşke her şey o kadar basit olsaydı.
Bütün kötülükleri içi kararmış birileri yapsaydı.
Ve bütün mesele onları bulup yok etmekten ibaret olsaydı...”
Selam ve dua ile...