Enes Tarım

BİR TELEFON OLMAK

Enes Tarım

Malum okullar tatile girdi ve yaz günleri belki çoğumuz için evden ve dolayısı ile çocuklarımızdan daha fazla uzak kalacağımız zamanları ifade ediyor.

Günler zaten uzun ve ticaretle uğraşan çoğu ebeveyn için bu durum çocukların yatma saatinde eve geliyor olmak demek.

Bu süreçte anne de çalışan ise gün boyu çocukların yalnız kalmaları, diğer bir ifade ile ilgiden uzak olmalarını ifade ediyor...

***

Aslında önceleri de öyleydi. Bizlerin çocukluk günlerinde de ailelerimiz çok ilgilenmezdi bizlerle.

İlgilenmeme derken, o dönemin babaları bugünkü kadar çocuklarını şımartmaz, her dediğini yapmaya çalışmaz, biraz mesafeli ve sert durarak terbiye etmeye çalışırdı bizleri.

Anneler de zaten yaramazlıklarda “Bir daha yaparsan babana söylerim ha!” larla çocukları korkutur, uslandırmaya çalışırdı.

Bizlerin her şeyi ile anneler ilgilenir, sorunlarımızı onlar giderir, esvaplarımıza kadar onlar alır, hatta harçlıklarımızı dahi babadan istemeye utandığımızdan anneler verirdi.

Mahalle kavramı vardı ve bu beraberinde yaz demek; sabah çıkılan evden yemek öğünleri hariç gece geç saatlere kadar mahalle arkadaşları ile geçirilen ortak saatleri, yaşanmışlıklar demekti.

Bizler çoğu şeyi mahallemizdeki abilerimizden ya da yaşıt arkadaşlarımızdan öğrendik.

Yaz aylarında gün boyu voleyboldan tutun futbola ya da çivi çakma oyunundan tutun develeme çevirmeye veya bilye oynamaya kadar içerisinde bolca mahalle kavgaları, rekabetleri barındıran mahalle kavramını yaşayarak öğrenmiştik.

Bir tahta parçası üzerine çakılan çivilerden oluşan futbol oyununda çiviler arasından geçirerek gol atmaya çalışırdık.

Bazen kıyasıya rekabet içeren diğer mahallelerle yaptığımız futbol maçlarında yaşanan enstantaneler günler süren gündemlerimizi oluştururken bazen de mahallemizde bir kıza asıldıkları gibi çeşitli nedenlerle yaptığımız mahalleler arası kavgalarda yarılan kafalarımız ve şişen gözlerimiz ile eve nasıl gireceğimizin hesabını yapardık.

Ha birde boyunlarına asılı teyplerde yanık sesleri ile önceden kayıt yaptıkları destanları mahalle sokaklarında okuyan, o destanların metinlerini satan Darendeli Destancı abiler…

Belki bu yazının sonunu “Şimdi böylemi azizim?” diyerek bol kıyaslamalı günümüz örneklemeleri ile bağlamamız lazım olsa da biz yine de alıntı bir anekdotla bağlayalım ve bu kadar nostaljiden sonra bir de mesaj vermiş olalım…

***

“Akşam yemeklerini bitirdikten sonra, yorgun argın oturma odasına geçmişlerdi.

Kadın ilkokul öğretmeni idi.

Öğrencilerine verdiği “ Büyüyünce ne olmak istersiniz?” başlıklı kompozisyon ödevini okumak için masaya geçti.

Erkek de eline cep telefonunu alıp, koltuğuna yerleşmişti. Nihayet yorgun bir günün ardından dinlenebilecekti.

Kadın, tüm kompozisyonları okuyup işinin bittiğini düşünürken, kenarda kalmış bir ödevin gözünden kaçtığını fark ederek okumaya başladı.

Kâğıtta şunlar yazmaktaydı:

‘Benim dileğim, akıllı bir telefona dönüşmek. Çünkü annem ve babam telefonlarını gerçekten çok seviyorlar. Onlar sadece telefonlarına dikkat gösterirler, hatta bazen de beni unuttukları olur. İşten yorgun döndüklerinde, vakitlerini telefonlarıyla geçirirler, benle değil…

Önemli bir işle meşgul olsalar dahi, telefonları çalarsa, anında yanıt verirler. Ama aynısını benim için yapmazlar, ağlasam bile…

Annem ve babam cep telefonlarında oyun oynarlar, benimle değil. Telefonda konuşurken, heyecanla yanlarına gidip bir şey paylaşmak istesem, hemen beni susturup, yanlarından gönderirler.

Bu yüzden cep telefonu olmaktır dileğim. Çünkü belki de ancak o zaman beni telefonları kadar severler…’

Kadın gözyaşları içerisinde kompozisyonu bitirdi.

Kocası sorunun ne olduğunu sorunca, ödevi ona verdi.

Adam hızlıca okuduktan sonra hangi mutsuz öğrencisinin bu kompozisyonu yazdığını sordu.

“Kompozisyonu yazan öğrencilerimden biri değil” diye cevap verdi kadın.

“Onu yazan oğlumuzmuş…”

Selam ve dua ile…

Yazarın Diğer Yazıları