
Baba Candır
Enes Tarım
Bazı babalar daha genç olur.
Ama o, yaşlı bir babaydı.
Kuzu etinden yapılmış yaprak döneri çok severdi.
Uzun süredir yememişti ve canı çok çekiyordu.
Babasının isteğini fark eden oğlu, alıp onu güzel bir lokantaya götürdü.
Baba, yemeği önce kendisi yemek istemişti ancak yaşlılıktan olsa gerek elleri titrediği için lokmayı ağzına her götürüşünde üzerine döküyor, yağlar sakalına damlıyordu.
Lokantadaki insanların bakışları üzerlerindeydi.
Alaycı bakışlarla yaşlı adama bakıyorlardı.
Bir süre sonra babasının rahat yiyemediğini gören oğlu lokmaları kendi elleri ile babasının ağzına koymaya başladı.
Sonunda nihayet yemek bitmiş ve oğlu babasını alıp lavaboya götürmüştü.
Babasının üstünü başını temizlemiş, saçını sakalını düzeltip taramış, gözlüklerini silip gözüne takmış, ardından da koluna girip dışarı çıkmışlardı.
Lokantada bulunanların bakışları hâlâ onların üzerinde idi.
Hiçbir bakışı umursamayan yüzünde hep tebessüm vardı; babası sevdiği yemekten yiyip lezzet aldığı için…
Yemek parasını ödeyip çıkıyorlardı ki, arkalarından müşterilerden biri seslendi:
– Hey evlat, burada bir şey unutmadın mı?
Şaşırarak cevap verdi:
– Hayır, masada bir şey bıraktığımı sanmıyorum!
Müşteri:
– Hayır evlat, yanılıyorsun. Sen burada çok değerli bir şey bırakıp gidiyorsun!
Şaşkınlık içinde:
– Ne bırakmışım ki amca?
– Sen burada, her evlat için bir ders ve her baba için bir umut bırakıp gidiyorsun!
Tam bir sessizlik hâkim olmuştu lokantaya…
Herkes düşündüklerinden ötürü mahcuptu…
Unutmuşlardı bir an, her sıkıntıda babalarına sığındıklarını:
– Baba! Şunu istiyorum.
– Baba! Bana şunu al.
– Baba! Şu okulda, şu üniversitede okumak istiyorum, şu kadar harç gerekiyor.
– Baba! Okul masrafları için şu kadar para lazım.
– Baba! Falan şehre gezmeye gitmek istiyorum, para ver.
– Baba bana ne aldın?
– Baba…
Ama bir defa olsun dememişlerdi sanki:
– Yanımdasın ya baba, benim için her şeye değer ve yeter!
– Baba! Senin yanında olmak benim için bir dünyadır…
***
Hep sahip olmadıklarımız için söylenip durduk, yokluklarımızdan sitem edip şikâyetçi olduk.
Ama belki de hiç sormadık ona:
– Baba! Senin benden bir isteğin var mı?
Çoğumuza sormuşlardır kesin çocukluğumuzda: “Anneni mi çok seviyorsun, babanı mı?” diye.
İlk başta “Her ikisini.” desek de az ısrar sonucu utanarak, sıkılarak kısık sesle: “Annemi” derdik.
Buna rağmen babamız tebessüm ederdi…
Herkesin yanında mahcup olurdu sanki biraz.
Ama şu bir gerçek ki babamız, bir gün gelir de kayıp giderse elden; hayat boyu bizleri iyi yaşatmak için ne kadar zahmetlere katlandığını işte o zaman anlıyor insan…
Düşünüyorum da baba hakkında bir sure inmiş olsaydı, sanırım şöyle olurdu:
“Andolsun ekmek kokan nasırlı ellerine!
Andolsun çocuğu için hep kaygı taşıyan gözlerine!
Andolsun keder dağına dönüşen yüce kalbine!
Andolsun gururuna, garipliğine, kadri bilinmeyen kadrine! Cennet ayaklarının altında olmasa da…
Selam ve dua ile…
Not: 17 Eylül 2018 de yayınlanan yazımızın tashih edilmiş tekrarıdır.