
Anadolu İslam'ı / 2
Enes Tarım
Özellikle Selçuklular zamanında Anadolu’da kentlerde yaşayan halk çoğunlukla Sünni anlayışa sahip iken, köylerde ve uç bölgelerde yaşayanlar şifahî ve geleneksel inanç yapısı taşımakta idiler.
Dini müesseselerin şehirlerde olması şehirli halkın tabiatıyla daha yüksek bir Sünni din bilgisi ve kültürüne sahip olmasına; şehirlerden uzak bölgelerde yaşayanların ise Türkmen dervişlerin etkisinde dini bilgileri çoğunlukla geleneksel ananelere dayalı dini bir hayatı sürdürmesine yol açtı. (1)
Moğol istilası ile birlikte farklı tarikatlara mensup şeyh ve dervişler de, gerek emniyet açısından ve gerekse fikirlerini daha kolay yaymak maksadıyla Anadolu’yu tercih etmişlerdi.
Ve böyle bir ortamda Göçebeler arasındaki dini hayat, daha çok eski Türk inanışlarındaki ozanları çağrıştıran babalar vasıtasıyla, şehirlerde yaşanandan farklı olarak daha sade ve tasavvuf yönü ağır basan bir anlayış biçimiyle yaygınlaştı.
Türkmen boyları geleneksel inançlardan kopmayarak sazlı-sözlü şölenleri devam ettirmiş; namaz, oruç, hac gibi göçebe hayatı ile birlikte ifa edilmesi zor ibadetler ilgilerini fazla çekmemişti.
Onlar her daim din büyükleri olarak bildikleri baba ve dedeler tarafından telkin edilen eski geleneklerine de uygun olan sade bir İslâm anlayışını kendilerine daha yakın buldular.
Farklı kıyafetleri, ağızlarda dolaşan kerametleri ile Türkmen babaları onlara anlayacakları bir dille, eski Türk ananeleriyle karışık bir şekilde İslamiyet’i anlatıyor, Türkmenler onları heyecanla dinliyor söylediklerini uyguluyorlardı.
Anadolu'ya çeşitli sebeplerle gelerek yerleşen şeyh ve dervişler hem Anadolu'nun İslamlaşmasına katkıda bulunmuş hem de dini duygularının canlı tutulmasını sağlayarak onların iyi, dürüst ve ahlak sahibi birer vatandaş olmasına katkıda bulunmuşlardır.
Selçuklu sultan ve devlet adamları, onlar için Anadolu'nun birçok yerinde medreseler, zaviyeler açmış, buralara bol vakıflar tahsis etmiş, böylece onların istedikleri biçimde faaliyet göstermelerine zemin hazırlamışlardır.(2)
9. ve 10. y.y. da Türkistan’ı adım adım arşınlayan babalar, atalar, şaman dedeler, menkıbeler, nasihatler anlatarak halk üzerinde sevgi ve saygı kazanarak uzun süren yolculuklar sonunda Anadolu’ya ulaşmışlardı. Bunlar Anadolu’da, dede, baba, abdal ve gazi gibi unvanlarla Orta Asya’daki misyonlarını sürdürmek için dergahlar açtılar.
İşte Mevlanalar, Hacı Bektaş Veli’ler, Ahi Evran’lar, Abdal Musa’lar, Sarı Saltık’lar, Taptuk Emre’ler, Yunus Emre’ler hep bu misyonun Anadolu’daki kollarıdır.
O halde Anadolu’daki İslamlaşmayı medrese ekolü ve tekke/ tarikat ekolü olmak üzere iki grupta değerlendirmek gerek. Medrese ekolü ehli Sünnet inancına bağlı kalırken tarikat ve tekke mensupları ise daha çok mistik düşüncelere bağlı kaldılar. Neticede Anadolu Selçukluları Sünni İslam anlayışını bir devlet politikası olarak savunurken, Türkmenler ise İslami anlayışlarının yanı sıra önceki inanç ve geleneklerini de devam ettirerek zahirî bir İslâm anlayışına tabi oldular.
Bu anlayış farklılığı sonraki dönemlerde de devam etmiş; kentlerde sufilik karışımı bir Hanefilik göze çarparken; Türkmenler kendilerine sıkıntılı gelen fakihlerin vaazlarından çok eski kam ve ozanları andıran sufi önderlere itibar etmişlerdir.
Ve sonuçta Anadolu’da kentlerde resmî bir Sünni din anlayışı gerçekleşirken kırsalda ve sınır boylarında göçebe olarak yaşayan Türkmenlerde onlardan farklı bir anlayış oluşmuştur. (devam edecek inş)
Dipnotlar:
1 Tahir Harimi BALCIOĞLU, Türk Tarihinde Mezhep Cereyanları
2 Köprülü, Anadolu'da İslamiyet, s. 42.