“Allah'a ve Resûlüne itâat edin; birbirinizle çekişmeyin; sonra içinize korku düşer de (size heybet veren) rüzgârınız (kuvvetiniz) gider; o hâlde sabredin! Şübhesiz ki Allah, sabredenlerle berâberdir.” (Enfal Suresi - 46. Ayet)
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah gönüllerinizi birleştirdi ve O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi Allah kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklıyor ki doğru yolu bulasınız.” (Âl-i İmrân Suresi - 103 . Ayet )
Birer tevhid ve vahdet davetçileri olan peygamberlerin hayatlarına baktığımızda onların etrafında kümelenmiş emre amade ümmetler görürüz. Birbiriyle savaşmaktan parça parça olmuş kavimleri peygamberler birleştirmiş, onların kalplerini ve emellerini bir araya getirmiştir. Peygamberlerin vefatından sonra her ne kadar kavimleri zaman zaman ayrılığa düşmüşlerse de Allah onları bir vesile ile tekrar yakınlaştırmış ve gönüllere vahdet şuurunu yerleştirmiştir. Çünkü İslam ümmetinin ortak paydaları olan Kur’an-ı Kerim’in hüccet ve rehberliği, Allah Rasulü’nün nübüvveti kıyamete kadar devam edecektir. İslam ümmeti yaşadığı ağır imtihanlarla bu gerçeği hatırlayacak ve kendini susamış olduğu vahdet deryasına teslim edecektir.
İslam tarihi zafer ve kahramanlık örnekleriyle dolu olduğu gibi kan ve gözyaşı örnekleriyle de doludur. Bir taraftan İslam dünyasına çöreklenmiş Firavun zihniyetli devletler, bir yanda var olma mücadelesi veren mazlum İslam coğrafyaları. Geçmişte bitmediği gibi kıyamete kadar da bitmeyecek olan hak ve batılın amansız kavgası. - Misalin faide sunması açısından örnekleri yakın tarihten vermek daha doğru olacaktır.- Bakınız 20. Yüzyılın başlarında Hicaz’da, Mısır’da, Irak’ta, Filistin’de ve Anadolu coğrafyasında verilen özgürlük mücadeleleri, 20. Yüzyılın ortalarında İslam dünyası ile Siyonist cephe arasında cereyan eden çarpışmalar. 1979 dan sonra Afganistan’ın Rusya ile olan mücadelesi. 1990 Körfez savaşı ve Amerikan fitnesi, 20. Yüzyılın sonları Bosna mezalimi, Kosova savaşı ve Rusya’ya karşı verilen Çeçen cihadı. 21. Yüzyılın başlarında Amerika’nın Afganistan ve Irak işgalleri, Suriye savaşı ve bitmek bilmeyen İsrail’in Filistin’e olan saldırıları. Ve daha sayamayacağımız dahili ve harici insan hakları ihlalleri, etnik baskı ve zulüm sahneleri, sistematik asimile politikaları, (Doğu Türkistan) misyonerlik çalışmaları ve ideolojik propaganda. Milyonlarca şehit, milyonlarca dul ve yetim, milyarlarca gözyaşı…
İslam ümmeti son iki asırdır savaşlarla sindirildiği yetmezmiş gibi ulusal sınırlara hapsedilerek vahdet bilincinden yoksun hale getirilmeye çalışılmaktadır. Birleşme girişimleri bir şekilde sabote edilmekte ve başlatılan teşebbüsler işlevsiz hale getirilmektedir. Bağımsız karar alma yetisinden yoksun olan İslam devletlerinin yöneticileri kendilerini cellâtlarına teslim etmiş ve yenilgiyi baştan kabul edip köleliğe ve sömürüye razı olmuşlardır. Bu post modern sömürü düzeni kendi mekanizmasını kurmuş ve bütün coğrafyalarda acımasızca çalıştırmaktadır.
20. Yüzyılın tarihe hediye ettiği iki büyük savaşın mahsulü olan küresel mekanizmaların, gelinen son noktada işlevselliğini yitirdiği, halklar arasında bariz adaletsiz bir düzen olduğu, halkların ve devletlerin kaderi birkaç devletin vicdanına terk edilemeyeceği herkes tarafından anlaşılmıştır. Birleşmiş Milletler ve komisyonları, Nato, İnsan Hakları Mahkemesi, İnsan Hakları İzleme Örgütü gibi galip devletlerin mekanizmalarını bütün dünyaya en üst karar organı olarak dikte etmeleri İslam dünyası için başat bir sorundur. İslam ümmetinin son iki asırdır kendi hak ve çıkarlarını koruyacak bir mekanizmayı teşkil edememesi batı tiranının büyülü cazibesinden olsa gerek. Bu cazibeli sömürü düzeni modern çağın en büyük kölelik ve sömürü düzenidir. Sistemi kuran ve istediği gibi çalıştıran büyük devletler kendi çıkarlarına ters düştüğünde yüzsüzce yalan söylemekte kuruluş ilkelerine aykırı bir şekilde uluslar arası mekanizmaları işlevsiz hale getirebilmektedir. İslam dünyası bu kaotik, zulüm düzenine alternatif olacak bazı girişimlerde bulunmuş olsa da istenilen başarı elde edilememiştir. İslam İşbirliği Teşkilatı bu teşebbüsün en somut örneğidir. “İsrail’in işgali altındaki Mescid-i Aksa’nın, 21 Ağustos 1969 tarihinde Avustralyalı radikal bir Yahudi tarafından kundaklanması sonrasında İslam dünyasında uyanan tepkiler üzerine, 22–25 Eylül 1969 tarihlerinde Rabat’ta ilk kez düzenlenen İslam Zirve Konferansı’nda alınan bir kararla kurulan İslam İşbirliği Teşkilatı ( ilk adıyla İslam Konferansı Örgütü) , 1970 Mart ayında Cidde’de gerçekleştirilen 1. Dışişleri Bakanları Konseyi Toplantısı’nda Genel Sekreterliğin oluşturulmasına ve Sekretaryanın, Kudüs’ün kurtarılmasına kadar, Cidde’de faaliyet göstermesine karar verilmiş, ayrıca bir Genel Sekreter atanmıştır.” (Kaynak: İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) / T.C. Dışişleri Bakanlığı)
Tarihçeyi okuyunca insan bi gururlanıyor. Kudüs ve mukaddesat için duyarlı Müslüman ülkelerin liderleri bir araya geliyor ve Kudüs’ün özgürlüğü için bir örgüt kuruluyor. Üye olan 57 İslam ülkesinin hak ve çıkarlarını korumayı amaç edinen teşkilat tam 55 yıldır aktif. Sebeb-i inşasına ve kuruluş amaçlarına bakıldığında heyecan uyandıran teşkilat maalesef zamanla bir ‘kınama’ teşkilatı haline gelmiştir. Teşkilatın amaçlarını gerçekleştirme konusunda beklenen başarıya ulaşamadığı açıktır. Üye olan İslam ülkeleri, içinde bulundukları kurtlar sofrasında İslam kardeşliğine ve vahdet şuuruna yakışır bir işbirliği ortaya koyamamışlardır. Teşkilatın üyelerine özellikle finansör ülkelerine baktığımızda devasa bir ekonomik ve askeri potansiyel göze çarpmaktadır. Bu potansiyele rağmen başarıya ulaşılamaması sebepleri ilahlaştıranlara ibret olması açısından yerinde bir misaldir. Zira mesele bazılarının dediği gibi değildir. Güç ve para mühim olmalarına karşın tek başlarına yeterli gelmez. Gücü ve parayı doğru organize edecek özgür bir iradeye ihtiyaç vardır. Gücü organize edebilen ise başarıya ulaşır. Seyyid Kutub’un şu sözü meseleyi özetlemesi açısından kafidir; “Ümmet organize olmuş bir güçtür. “
Güçlülerin hukukunun cari olduğu bir düzende mutlak adaleti, insan haklarını ve eşitliği savunanların sistem tarafından terörize edildiği ve dışlandığı da ayrı bir hakikattir. Yanlış hatırlamıyorsam Şamil Basayev’in şu sözü meseleyi ne güzel de özetliyor; “Masum insanlara, evlatlarının parçalarını toplattılar. Sonra o insanlar intikam peşine düşünce "terörist" ilan ettiler” . Artık halklar bu yalanlara kanmıyor. Bütün karşıt propaganda’ya ve medya gücüne rağmen Gazze bütün vicdanlı halklar tarafından sahiplenilmiştir. Aksa Tufanı ile beraber çağdaş tiranlık dönemi, modern ilkellik düzeni yıkılmaya yüz tutmuş ve dünya yeni bir çağa gebe kalmıştır. Ve bu yeni çağın kurucu unsuru görünen o ki sivil inisiyatif olacaktır. Çünkü mevcut rejimlere güven yitirilmiştir.
Kendi ülkelerinde organize olmuş teşkilatlı gruplar yetiştirmeyi başarmış ümmet ve vahdet şuuruna sahip uluslar arası sivil toplum kuruluşları bu oluşan yeni fırsatı iyi değerlendirmeli İslam coğrafyalarını kapsayacak beynelmilel bir mekanizmayı vücuda getirmelidir. Bu uzun soluklu, planlı ve teşkilatlı bir çalışmayı gerektiren teşebbüs, Allah’ın izni ile özlenilen hilafete doğru giden yolda önemli bir adım olacaktır. Seyyid Kutub’un şu sözü meseleyi özetlemesi açısından kafidir; “Ümmet organize olmuş bir güçtür. “