İlim anlamayı, anlamak da inanmayı, inanmak tanımayı, tanımak da güveni oluşturur. Güven sevgiyi, sevgi sorumluluğu, sorumluluk farkındalığı, farkındalık kurallara uymayı gerekli kılar. Kurallar doğru hareketi, doğru hareket etmek de bizde mutluluk, iç huzur olarak yerini bulur.
Hayatı kalbimizle yaşamaya başladığımız, dilimize şefkati, aklımıza da sevgiyi koyduğumuz zaman ömrümüz bolluk içinde işlerimiz bereket halinde olur. Söylediğimiz bütün sözler, yaptığımızı bütün işler katlanarak daha bu dünyadayken bile önümüze düşer.
Sevginin yüce dağları deldirtip sevdiğine eriştiği dillere destan olurken, zalimin zulmünün hiç yanına kâr kaldığı görülmüş müdür?
İçine hırs bulaşmış söylemler bütün güzelliklerden mahrum kalmaya sebeptir. Bu şekilde önceden söylenen bütün negatif söylemler, sinirlendiğimizde düşüncesizce dahi söylemiş olsak kontratlarımız olarak karşımızdadır.
Çok istememize, gayret etmemize rağmen elde edemediklerimiz acaba bundan dolayı mıdır?
Söylenen bütün söylemlerin varlık aleminde karşılığı olduğu bilimsel araştırmaların konusudur. Söylenen bütün söylemlerin, yazılan yazılar gibi kaybolmadığı havada baloncuklar gibi asılı olduğudur. Hal böyle olunca söylenen bütün söylemler mercek altına alınmalıdır. Bizler sadece dikkat içine aldıklarımızı unutmayız.
Eminlik cümlesi ile söylediğimiz her söylem hayatımızda eylem olarak karşımıza düşer.
Allah Resulü “sakın kınamayın, kınadığınız başınıza gelmedikçe ölmezsiniz” demiştir.
“Asla yapmam, asla vermem, asla gelmem” gibi eminlik ifadesi ile söylenen bütün söylemler gibi elimizin ayaklarımızın gözlerimizin şahitliği içinde olan bütün yaşanmışlıklar bizden kaçan enerji misali gibidir. Ve muhakkak hem bu dünyada hem de ölüm akabinde karşımıza çıkacağı her birimizin malumudur.
Her birimiz yazsak da yazmasak da aslında bir yazarız. Zira Rahman ve Rahim olan İsra suresinin 14. ayetinde “İşte kitabını oku! Bugün hesaba çekici olarak senin nefsin sana yeter” diye buyurmuştur.
O halde her söylem aklımıza yüklediğimiz program gibidir. Söylemler niyetlere, niyetler de güzel bakmaya, güzel bakma da ilme dayanmalıdır. Hayatı anlamlı kılan An’ı anlamlı olarak yaşamaktır. Anlam ise her birimize göre değişen bir olgudur. Ömer bin Abdulaziz “ Kim ilmi olmadan Allah’a kulluk etmek isterse ifsad ettiği ıslah edeceğinden fazla olur” demekle ilmin merkezini bize sunmaktadır.
İç dünyamızla çatıştığımız müddetçe içten huzurlu olamayız. Bazen geçici mutluluğu huzur sanır, içimizden gelen sesi devamlı bastırabiliriz. Duymamak, görmemek, haklı çıkmak için bir çok sebepler de bulabiliriz.
Hiçbirimiz yalanı, hırsızlığı, adam öldürmeyi, dedikoduyu, iftirayı, zinayı, terörü, şiddeti doğru sayıp güzel görmeyiz. Bunun yanında yerlerin ve göklerin yaratıcısının Allah olduğunu asla inkar etmeyiz.
Allah tasavvurumuz yanlış olursa inancımızın üstünü örtmeye çalışırız. Herkesten ve her şeyden kaçar, herkesi aldatabiliriz. Lakin asla kendimizden kaçıp kendimizi aldatamayız.
İç huzurumuzun olması yaratılışımızla bütünleşmekle olur. Bedenimize yüklenen ruh ile insan oluruz. Ruhu, bilgisayara yüklenen yazılım programı olarak düşünülürsek daha iyi anlarız.
Yazılımı yüklenmemiş bilgisayar kullanılamıyorsa, bizler de yazılım programımıza göre hareket etmezsek ve kurallara uymazsak mutlu olamayız mutlu da edemeyiz.
Kullanılan bilgisayarın bile her an virüs bulaşması ihtimali vardır. Güncellenmesi yapılmayan telefonlarımız kapanırken, bedenlerimizin kapanmayacağını mı sanırız?
Yalan yanlış bilgilere anında ulaştığımız günümüzde virüs kapma ihtimalimiz çok yüksektir. Güncellemeyi içinde şek ve şüphe olmayan su misali saf olan vahiyle yapmalıyız.
Bizi biz yapan ruhumuz, aklımız, şuurumuz, irademizdir.
Akıl; bilgi edinmeye yarayan bir güçtür. Bu güç ile bilgi elde eder ve uygulamaya geçeriz.
Şuur; görünen ve bilinen manasındadır. Görünen, bilinen ve her şeyin yaratanı olan güce karşı durabilir miyiz?
Zan etmek çoğunlukla aldatıcıdır. Geçici nimetlere kanmakla ve geleceği ötelemekle en büyük aldanma içine girebiliriz.
Borçluların borçlarını ödeyip mükafatını göreceği günün olmayacağını idrak etmezsek iyilik yapacağımızı mı sanarız?
Vicdanımıza kulak verilmeliyiz.
Vicdan; iyiyi kötüden ayırabilen, kötülük yaptığımız zaman üzülen, iyilik yaptığımız zaman sevinen iç benimizdir. Aslında bilginin de kaynağıdır.
Vicdanımız “evet” derse akıl onu yalan saymaz. Vicdanımız aklın daima bir adım önündedir. Vicdanımızın “olur” demediğine aklımızın “olur” demesi, aklımızın virüs kaptığının açık delilidir. Vicdanın sesi kesilmezse aklın sesi de duyacak iradeyle doğru seçim yapılacakır.
Hasılı kelam: ““De ki ‘Bu doğrular Rabbinizdendir. İmanı tercih eden inanıp güvensin, görmezlikten gelmeyi tercih eden de kâfir olsun’…”(Kehf:29)