Asiye Türkan Aile Danışmanı / İlahiyatçı

İftira ve duruşumuz!

Asiye Türkan Aile Danışmanı / İlahiyatçı

İnsanoğlu yaratıldığından beri isimler ve mekan hariç yaşanılan imtihanlar hemen hemen aynıdır. Ahsen-el Hadis olan kitabın içinde bütün örnekler tek tek sunulur.

Bizler ya hayata şekil verenlerden olup hayatın öznesi oluruz, ya da arkada kalarak diğer kişilerin takipçisi olup nesneliyi tercih ederiz. 

Özne olmak aktif bir duruşu ve çok çalıkladır. Nesne olmak da pasif olup evde kalmayı ve açılan yolda emek vermeden bazen de aklını kullanmadan söylenenlere uymakladır. 

Aktif duruşun simgesi olan erlerin, hayatın akışında yapmadıklarına “yaptı” denilmesi, söylemediklerine “söyledi” denilmesi bu gayretin uzantısıdır. 

Meyve veren ağaç nasıl yaramaz çocuklar tarafından taşlanıyor ve zarar görüyorsa, aktif olanlar da elbette bu taşlardan nasibini alacaktır. 

Kendimizi düzeltmek, nerede nasıl duracağımızı bilmek ve Rahman’ın bak dediği yerden bakılmalıdır. Zan elbette çok kötüdür. Hakkında kesin bilginin olmadığı her şey bir zandır. Ve zannın bir kısmı günahtır.

Kusurların araştırılması, arkadan konuşulması, yaşanmayan şeylerin varmış ve yaşanmış gibi anlatılması, söylenmeyen şeylerin söylendi denilmesi elbette en büyük günahlardandır. 

Ağızlardan düşünülmeden çıkan sözlerin karşıda yaptığı etki ve tahrif kelimelerle ifade edilemeyecek kadar çoktur. 

Öncelikle iftiraya uğrayana karşı takınılacak tavır Nur suresinin 12. Ayetinde şu şekilde ifade edilmiştir:

“Bu iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın müminlerin, kendi vicdanları ile hüsnü zandan bulunup da “Bu, apaçık uydurulmuş bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi?

Düşünülmeden söylenen sözlerin sahibi; attığı iftira ile can yakıp kalp kırarken, yuva yıkıp ocak söndürürken, insanların içine fitne koyarken kendisinin rahat bırakılacağını mı sanır?

İftira olayında ya sabrederek ve kendisini temize çıkaracak olan Rahman’a dayanarak zamanın Aişe’si olmak,  ya da iftira atarak ve bilmediği üzerine ahkam keserek münafıkların başı Abdullah bin Übey olmak vardır.

Nur suresinin 11. Ayetinde bu iftiranın kötülük olmadığını, aksine o iftiranın atılan kişi için iyilik olduğunu Rahman vahyine koymuştur. Zira iftiraya uğrayan iftira olduğunun farkındadır. 

Bir taraftan iman edenlere birisi haber getirdiğinde araştırılması emri verilirken, diğer taraftan da namazla ve sabırla Allah’tan yardım dilenmesi istenmektedir.

Namaz ve sabır kulu Rahmana yaklaştırır. Ne kadar aciz olunduğu, olaylara asla müdahil olunmadığı ve zamanın gerçeğin anlaşılması için en iyi ilaç olacağı herkesin malumudur.

Af etmenin ve ihsanda bulunmanın, kötülüğü iyilikle savmanın zamanla iftira atanın candan dost olabileceği yine Rahman’ın müjdesidir. 

Bir yandan da kendisine iftira edenin af edilmesi, yardım edilmesinin kesilmemesi örnekliği kitabın öğretisidir.

Hz. Ebu Bekir’in iffet abidesi kızına iftira atan, bakımını üzerine almış olduğu teyze oğlu Mistah b. Usase’ye;

“Ne sen bendensin ne ben sendenim. Bundan sonra Mistah’a benden zırnık yok…” demesi üzerine Rahman vahyi ile kuluna yol göstermiştir:

“İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere ( mallarından) vermeyeceklerine yemin etmesinler, bağışlasınlar, feragat göstersinler. Allah’ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? Allah bağışlayandır, esirgeyendir” (Nur 24/22)

Allah Resulü ayet indiğinde Sadık arkadaşını çağırmış;

“Allah’ın seni bağışlamasını istemez misin?” diye sormuştur.

Bağışlanmayı arzulayan, ahirete talip Allah dostu;

“Rabbimin indirdiği başım gözüm üstünedir” demiş, Mistah’ı evine çağırmıştır. Bu vakitten sonra yardımını iki katına çıkarmıştır. 

Hayat acılarla, iftiralarla, hakkının yenilmesi ile geçse de gören, duaları işiten, haklının hakkını asla zayi etmeyen vardır. Mesele odur ki: dik duruş sergilemek ve Rahman’a kulak vermektir… 

Ves-selam

Yazarın Diğer Yazıları