Asiye Türkan Aile Danışmanı / İlahiyatçı

Biri bizi gözetliyor!

Asiye Türkan Aile Danışmanı / İlahiyatçı

Algılamak, düşünmek, yorumlamak ve tasarlayarak bir çözüm yolu bulmak sadece insana has olgulardır. Kendini güvende hisseden insan sağlıklı ilişkiler kurarak olayları çok daha iyi algılar. Bilgisi ve tecrübeleri ile yaşadıkları sorunlara karşı doğru tepkiler verir. Verdiği bu tepkiler hayatına kalite katar.

Aceleci ve sabırsız olan yönünü bastıramayan, henüz kişiliği oluşmamış yada yaşadığı olumsuzluklar sonucu kişiliğini yitirmiş olanlar hemen sonuca ulaşmak için fevri hareketler yaparlar. Ağızlarından çıkan sözlerin, yaptıkları büyük yanlışların farkında olsalar da, birinin kendilerini gözettiğini hep unuturlar.

Elbette bu unutmalar her zaman değildir. Yalnız başlarına ya da büyük bir zorlukla karşı karşıya kaldıklarında ilk akıllarına gelen O gözleyendir. Eller ilk O’na açılır. Dört duvar arasında kalındığında sadece O’ndan yardım istenir.

Modern insan çok iyi bilir ki kendisine O’ndan başka yardım edecek kimse yoktur. Zihinler ve hayat boşluk kabul etmediği gibi belirsizliği de kabul etmemektedir. Hayatı anlamlandırmak, yaşananlar karşısında konum tayin etmek ve çevresindeki insanlarla sağlıklı ilişkiler kurmak için bir haritaya ihtiyacı olduğu bilinen bir gerçektir.

Modern insan, adeta çölde yolunu kaybetmiş gibidir. Çölde yolunu kaybedenin yanında kutup yıldızının anlamı ne ise bu keşfedeceği haritanın anlamı da  o olacaktır. “Olgun ve anlamlı hayat ancak din sayesinde mümkündür.” diyen C.G.Jung’a kulak vermek gerekir.

Batı düşünürlerinden A. Maslow da bu ihtiyacını şu şekilde dile getirmiştir; “ İnsanın tam olarak kendini gerçekleştirmesi, olgun bir kişilik haline gelmesi doğal ihtiyaçlarını aşarak daha yüksek içsel değerlere kendisini adamasına bağlıdır. ”

Bu söylem batının yol haritası arayışına girdiğinin, adeta duyulmayan anlam çığlıklarının ve içinde barındırdığı sonsuzluk duygusunu ortaya çıkardığının kanıtı gibidir. Bu durumu Cenab-ı Hak Mülk suresinde Resulünün diliyle gelecekten haber veren Ayet-i Kerimede ne kadar da güzel anlatmıştır;

“Eğer biz, söz dinleyen ve aklını kullanan kimseler olsaydık (bu) çılgın ateşin içinde olmazdık’ derler. İşte günahlarını itiraf ettiler. O halde kahrolsun (O) çılgın ateşin içindekiler.”[1] 

Söz dinlemek ve aklını kullanmak insanın vasfıdır. Herkes insan doğar ama insan olarak devam etmez. İnsan kalmak kolay değildir. İnsan kalmak bir emeğin, bilginin ve gayretin ürünüdür. Yaşanan bütün olgular insan kalma yarışı içindir. Hayattaki en büyük yarışı insan kalma yarışıdır. Hak Teala insanı muhatap almıştır. İlgili ayet şu şekildedir;

 “And olsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardı, onlarla işitmezler; İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” [2]

İnsan kalma yarışını önce kendimizle yaparız. İçimizde gurur, kibir,  bencillik ve kendini yeterli gören şeytani olgular vardır. Cin taifesinden olan iblis örneği,  bu kötü hasletlerine yenilenin bu dünyadaki akıbetini gözler önüne sermektedir. [3]

İnsanın arzuları ve korkuları, gerçeği görmede engeldir. Rabbimiz Araf Suresinde; kendisine ayetlerden verilen bir zat anlatılırken, o kişinin şeytanın takipçisi olduğunu ibretle okumamızı istemektedir. [4] Devam eden ayetlerde de bunun sebebini şu şekilde dilimize dökmüştür;

Dileseydik elbette onu bu ayetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini çıkarıp solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat belki düşünürler.”[5]

Düşünmek elbette insana has bir olgudur.

Peki modern insan neden düşünmüyor?

Acaba modern insanı engelleyen nelerdir?

İnsanı engelleyen elbette ayeti celilenin belirttiği gibi dünyaya saplanmak ve hevasının peşine düşmektir. Mal ve servet tutkusu, güç ve iktidar arzusu, toplumsal dışlanma ve horlanma korkusu, itibar kaybının yaşanması tereddütleri, toplumda yerleşik anlayışlar ve gelenekler, hakim gurupların baskıları vs...

Öncelikle modern insan;  insanın ne olduğunu, neye ve nasıl inanacağını, isteklerinin ve ihtiyaçlarının ne olduğunu, ilgisinin ve yeteneklerinin neler olduğunu keşfetmekle işe başlamak  zorundadır. Aksi takdirde mutsuz ve huzursuz olmaya mahkumdur.

Günümüz modern insanının anti-depresan ilaçlarla günlerini tamamladıklarını, gecelerinde de uyku ilaçları ile uyuduklarını göz önüne alırsak ne kadar da bedbaht olduğunu görebiliriz.  Halbuki Cenab-ı Hak insanı ‘mutsuz olsun’ diye yaratmamış, bu dünyayı da bunca güzelliklerle sebepsiz süslememiştir.

Günümüzde modern insan her şeye doymuş durumdadır. Tamamen bireyselleşen, ben merkezli yaşayan, ‘bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ diyen bir hale gelmiştir. Kendi kendine yetemeyen modern insan bir çıkmazın içindedir. Onun için yolunda gitmeyen birçok şey vardır.

Bundan dolayı bir arayışın içine girmekte ve kendine sahte ilahçıklar aramaktadır. Oysa her şeyi yaratanın, yerlerin ve göklerin tek sahibinin olduğunun, her şeye gücünün yettiğinin ve hatta kendisinin de tek sahibinin Allah olduğunu gayet iyi bilmektedir.

Bu bilginin kendisine birçok sorumluluklar getirdiğini, günde beş defa kendini yaratana şükür mahiyetinde secde etmesi gerektiğinin, kazancından ihtiyacı olanlara vermesi gerektiğinin, yaptıklarının karşılığını hem bu dünyada hem de ahirette muhakkak göreceğinin, kendisi için istediğini başkası içinde istemeden iyi olunamayacağının farkındadır.

Kırmızı ışığın ne olduğunu ve bu ışıkta durmazsa olası kazanın kendini bulacağını da gayet iyi bilir.

Modern insan içinden gelen sesi duymaktadır.

Ne kadar kalabalıklar arasında olsa da, meşgul edilse de, internet, televizyon, reklamlar,  arkadaş toplantıları, günlük koşturmacalar, çoluk çocuk eş sıkıntısı yaşasa da içinden gelen sesi işitmektedir.

Duymaması için herkes ve her şey aynı anda bağırsa da, diziler arka arkasına gelse de, medya ve reklamlar hayatının her alanına etkilese de, hatta iki kulağını birden tıkasa da modern insan duymaktadır, görmektedir, anlamaktadır.

Modern insanın duymamakta, görmemekte ve anlamamakta ısrar etmesi bunalıma itmektedir. 

Psikolojik süreçlerin hepsi kalpte yaşanır. Düşünmek, akıl yürütmek, hidayete ermek, itminan olmak, acımak, esirgemek, temizlenmek, üzülmek, sıkılmak, bunalmak, hasret çekmek, hiddet duymak ve birçok duygular hep kalpte yaşanır. İman, takva, inkar, nifak, şüphe, korkular da kalpte oluşur. Ondan dolayıdır ki Rabbimiz bizim şu şekilde dua etmemizi ister:

“Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Lütfu en bol olan sensin. ” [6]

Bütün bunları bilen modern insan yine de bir suçlu aramaktadır. Ve suçlu hazırdır; Alemlerin tek sahibi Allah... Kendisine verilen onca nimetleri görmeyen ve eline geçen fırsatları değerlendirmeyen insan, başkalarının elindekilere bakarak kendi eksikliğine sebep arayıp durmaktadır... Ve sebep; Her şeyin önceden belirlendiği düşüncesi ve kader...

Bütün toplumlarda hakim olan ortak algı: KADER...

Çaresizlik dindarlık oluşturur. Normal hayata geçildiğinde geri dönüş başlar. Cenab-ı Hak zorluklar karşısında kalıp bundan kurtulduktan sonrakilerin ruh hallerini şu şekilde ifade etmektedir:

Dağlar gibi dalgalar onları kuşattığı zaman dini tamamen Allah’a has kılarak ( ihlasla) O’na yalvarırlar. Allah onları karaya çıkararak kurtardığı vakit içlerinden bir kısmı orta yolu tutar.  Zaten bizim ayetlerimizi ancak nankör hainler bilerek inkar eder. ”[7]

Rahata kavuşmak, ayağını yere basmak, zengin olmak, mal ve makam sahibi olmak, iktidar sahibi olmak, bilgi sahibi olmak büyük bir imtihandır. Bu imtihanı kazanamayanlar için ikiyüzlü ve gösterişçi bir dini kimlik oluşturur.

Bu durum Kur’an-ı Kerim’de iktidarın simgesi haline gelmiş Firavun’u, zenginliğin simgesi Karun’u ve dini liderliğin simgesi Haman’ı ile şu şekilde anlatılır;

 “Karun’u, Firavun’u ve Haman’ı da (helak ettik) And olsun ki Musa onlara apaçık deliller getirmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Halbuki (azabımızı aşıp) geçebilecek değillerdi. Nitekim, onlardan her birinin günahı sebebiyle cezalandırdık.

Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgarlar gönderdik, kimine korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyor, asıl onlar kendilerine zulmediyorlardı. “[8]

Tarih tekerrürden ibarettir. Modern insan kendine zulmedip, yol haritası bize bu kadar yakın iken hevâ ve hevesini devreye sokarak başka adreslerde aramaktadır. İçine inanma gereğini[9] kodlayan Allah’ın sözlerine kulak vermeyen modern insanlar yol haritalarını ya kendi arzularında[10] ya toplumun arzularında[11] ve ya ideolojilerinde[12] aramaktadır.

Sözün kısası şudur: Mutluluk ve huzur, kendisinin de bizim gibi sımsıkı sarılmakla sorumlu tutulduğu[13] ve kendisinin sonunun ne olacağını bilmeyen[14] ve vahyi ekleme ve çıkartma yapmadan,[15] bize sunmakla görevli olan en son memur Hz. Muhammed (s.a.v.) e uymak ile bulacaktır.

O’nun bize mucize olarak getirdiği Kur’an’a gönülden teslim olmaktır. Kişi inandığı doğrularda yalnız kalacak da olsa, toplumu tarafından terk edilecek de olsa, mal-makam-şan-şöhret kaybına da uğrasa, itibarsızlaştırılıp itilse de, istenmeyen ilan edilse de vazgeçilmez görevi elindeki haritaya uymaktır. Aksi takdirde hep arayış içinde olacaktır.

Unutmamak gerek; biri bizi gözetliyor!

www.ailedanismani.de

 

[1] Mülk 67/10-1

[2] Araf 7/179

[3] Araf 7/12-18

[4]  Araf 7/175

[5] Araf 7/176

 

[6] Al-i İmran 3/8

[7] Lokman 31/32

[8] Ankebut 29/39-40

[9] Rum 30/30

[10] Furkan 25/43

[11] Rum 30/29

[12] Casiye 45/23

[13]  Zuhruf 43/44

[14] Ahkaf 46/9

[15] Hakka 69/44-47

Yazarın Diğer Yazıları