
Kafamız mı karıştı
Ali Yiğit
Yazar Ramazan KAYAN'ın dün yayınlanan kafa karışıklığı yazısını okuyunca şöyle dedim kendi kendime kafamızdaki karışıklık ne ola ki...
Hep sorgulamak üzere kurgulanmış sanki beynimiz..
Sorgulamayı, eleştirmeyi alabildiğine yapıyoruz.. Hem de ballandıra ballandıra anlatıyoruz bir araya geldiğimizde..
Hani dünyayı değiştirmek isteyen nedense değişime kendisinden başlamak istemez..
Kendini değiştiremeyen toplumu nasıl değişime davet edecek. İsraf edenleri eleştirdik te eleştirdik. İsrafedenler bizler değilmiş gibi vah vah günde şu kadar ekmek çöpe gidiyor diye hep birilerini suçladık..
Sekulerizm yaşamı kanıksadık.. Suçu ise Kapitalizmin üzerine attık..
Eleştirme lüksümüz günlük yaşantımızın vazgeçilmezleri oldu. Nedense değişim isteyen bizler değişime kendimizden başlamadık..
İğneyi kendimize batırmayı hiç aklımıza getirmedik
Son yıllarda öğrendiğim tek şey var.. Söylemlerin eyleme dönüşmediği bir zaman dilimi içerisindeyiz.
Helalinden rızık için dikkatli yaşamak, öğrendiğini paylaşmak, insanlığın hayrına çalışmak nerede diye sorarsanız, sadece söylemlerde. Yaşadığı hayatın, yaptığı işin hakkını Hak için vermek gibi söylemler eşliğinde ihaleciliğin, aymazlığın, eyyamcılığın, riyakârlığın karasularında dört dönülüyor..
Sonra etrafta herkes birbirine “biz bu hale nasıl geldik, evlenirken bile gençler mülk kavgasına tutuşuyor. Bu kapitalizm en çok Müslümanları mahvetti” gibi sitemler ediyor.
Suçu hep kapitalizmde, Batı değerlerinde, misyonerlerde, hep ateizmde, deizmde bula bula!.. Nefsimizi terbiye edemeden, içimizdeki o evrensel Müslüman’dan uzak bir hayata devam ettiğimizin dahi ayrımına varamadan!
Bütün dini vecibelerini yerine getirdiği halde şu çalıyor, bu yalan söylüyor, öbürü tamah ediyor, beriki haset ve hınç içinde kin büyütüyor. Yeri geldiğinde Camide ön safı kimseye kaptırmıyor.. Ama iş eleştirmeye geldi mi sırayı kimseye kaptırmıyor.. Sonrada dönüp ne ara bu hale geldik diyoruz..
Yeryüzü hepimize emanet değil mi? yaşadığımız coğrafya, yaşadığımız, şehir, yaşadığımız mahallenin ilk sorumluları orada yaşayan bizler değil miyiz? Mülk Allah'ındır.. Uzaktaki devlet yetkilisini, resmi görevliyi, atanmış bürokratın adam kayırmacılığını eleştirmek kolay. Ya içimizdeki ‘bürokratik oligarşi’ n’olacak?
Estetikten gelenekten anlamayan, kültür sanattan zevk alamayan, kendi değerlerinden bihaber, hiç kıymet bilmeyen yetkilileri suçlamaya daha kaç seçim devam edeceğiz? Atanmışları ayrı, seçilmişleri ayrı!
İnsanlığa ve kainata acizane değerini katmayı marifet edinmiş, toplumunu diriltecek hamleleri hayata geçirebilen öğretmenleri kim yetiştirecek? Dilimizi mana dili haline getirecek gençleri aşk ve irfan yolunda eğitmeye ehil yöneticiler menfaatperest nefislerine rehin olarak yetişebilir mi?
Vatanı emanet etmek bir sırdır. Emin kişidir emaneti teslim alacak olan. Evet, yeni bir gönül ehli yetişmeli, sadece nefsinin zaaflarını değil, zihnini, hayal dünyasını dahi terbiye edebilmeyi başarmış, nefsini ümmet kılmaya şartlanmış manevi rehberler gençlere yol göstermeli.