Ali Yiğit

GÖNÜLLERE GİRMEK

Ali Yiğit

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, mensubu olduğu AK Partili Belediye Başkanlarına, milletvekillerine, teşkilat mensuplarına yönelik son dönemlerde hep gönül adamı olmak gönüllere girmek vurgusu yapıyor..

Erdoğan siyasi pencereden gönüldaşlarına seslenirken ya bizler..

Hani bizler derken hizmet alanlar, hizmet verenler..

Gönül adamı olmak sadece siyasi alanda mı olmalı?

Aslında bu çağrı herkes için geçerlidir kanaatimce..

Öğretmende gönüllere dokunmalı öğrencide..

Müşteride gönüllere girmeli esnafta..

Müşterisini aldatan bir esnaf gönüllere girebilir mi?

Gönüllere hitap eden bir sanatçıda olmalı ona gönül veren seveni de..

Küçük dağları ben yarattım edasında böbürlenen, kibirlenen bir oda başkanı gönüllere girebilir mi?

Hizmet vereni de hizmet alanı da gönül birliği oluşturmalı..

Gönülden gönüle giden yollar kapatılmamalı..

Gönüllere giren komşular.. Gönüllere giren yazarlar hep var olmalı gönüllere giden yoldaki engeller kaldırılmalı..

Hayat gönüllere giren insanların sayısı çoğaldıkça daha da kolaylaşır..

Düşünüyorum da bildiklerin, söylediklerin, eyleme dönüştüre bildiklerin ve hayatına sindirdiklerin kadar olmalı, öyle ölçülmeli yani, o derece sayılmalı. Yoksa bilgi ne ki, gir Google'a, yaz aradığını, belki de aramadığını, ne var ne yoksa hizmetinde, ayaklarının altında. Birkaç tıkla sen de bili verirsin bi'şeyleri işte.

 Peki ya peşinden koşmaktan usanmadığımız 'güç' ne sizce? Daha güçlü, daha güçlü, en güçlü olma derdinden, statü mücadelesinden, banka hesabı endişesinden, galip gelme hırsından nasıl da kırık dökük, kendimizden başka her şeye dönük, yorgun ve yapayalnız kaldığımızı göremiyoruz bile.

 Hayatta en önemlisinin kalplere dokunmak olduğunu, en büyük servetin dostlar olduğunu, gerçek bir aileye paha biçilemeyeceğini, kötü günümüzde elimizi tutan, çökük omuzlarımızı doğrultan, başarılarımızla gözleri dolan,  yanlışlarımız olmasına rağmen, düzeltir umudunu yaşayıp bizden vazgeçmeyenler kadar kıymetli olduğumuzu biliyoruz değil mi?

 Ardımızdan 'Çok iyi, vicdanlı, insan gibi insandı' dedirtebilmenin esas amacımız olması gerektiğini biliyoruz değil mi?

 Başkalarını gülümsetebildiğimiz, hayatlarına ışık katabildiğimiz, eksiklerini giderebildiğimiz, bizde olandan onlara da akıtabildiğimiz ölçüde huzuru bulabileceğimizi de biliyoruz değil mi?

 Değil!!!

 Eğer bildiklerimiz hücrelerimize sindirdiklerimiz, yaşamımızdan eksik etmediklerimiz, aklımızdan bir an bile çıkartmadan günümüze katabildiklerimizse maalesef yaşama dair bizim hiçbir şey bilmediğimiz ortada.

 Tıka basa dolu ajandamızla esas duruşu öylesine kaçırıyoruz ki. Gerçeğe körleşiyoruz. Hoyratça yakıp yıkıyoruz her şeyi, durup bakmıyoruz, eğilip yerden kaldırmıyoruz, kollarından tutup sarılmıyoruz, tamir etmeye çalışmıyoruz.

Biz ancak gidiyoruz, ezip geçiyoruz, yarı yolda bırakıyoruz, vazgeçiyoruz. İstediğimiz tek şey egomuzu cilalamak.

 Lafa gelince elbette neler neler biliyoruz. Kâğıttan okuyunca acayip insanlar oluyoruz. Felaketlerle burun buruna kaldığımızda korkumuzdan bilmek zorunda kalıyoruz.

 Ya sonra?

 Sonrası modern insanın gündelik yaşamı. Sonrası katı, korkak ve unutkan kalplerimiz....

 Kalp kıran, gönüllerde yer bulamayan egoist yaşantısı olan, kendisinden başkasını görmeyen, menfaatçi kimselerin dünya kadar malı olsa Karun gibi zengin olsa öldükten sonra Kimse parasından, gücünden bahsedilmez.

 Herkesin dilinde onun güzel gönlü, zarafeti,  gülen gözleri, geri adım atmadığı hayat felsefesi, insanları ayırmadan gösterdiği sevgisi, saygısı hep konuşulur..

 Dünyalar senin olsa, yüzlerce fabrika, yanında çalışan onlarca elemanın, kocaman bir adın, sayılamaz servetin olsa da ne fayda.... Aynı sona yürüyorsun bir ceketi, bir ayakkabısı olanla.

 Geriye kalan, elde kalan, en nihayetinde adının yanına yazılacak olan nefes aldığın sürece çevrene verdiğin sevgi, umut, ışık.

İşte o kadar...

Yazarın Diğer Yazıları