Politik ve ekonomik kriz yaşanıyor

DEVA Partisi Kurucular Kurulu Üyesi Prof. Dr. İbrahim Gezer, Türkiye'nin ciddi manada bir politik ve ekonomik kriz yaşadığını söyledi. Liyakate, adalete ve çoğulculuğa dönülmediği sürece de bu krizden çıkma ihtimalinin olmadığını ifade eden Gezer, Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sisteminin, adeta, ülkeyi felç ettiğini belirtti.

Politik ve ekonomik kriz yaşanıyor

DEVA Partisi Kurucular Kurulu Üyesi Prof. Dr. İbrahim Gezer, Net Haber Gazetesi'ne ekonomi, siyaset ve ülke gündemine dair önemli açıklamalarda bulundu. Gezer, AK Parti'nin 2001 yılında sadece Türkiye için değil, İslam coğrafyası, dünya için bir fırsat olarak görüldüğünü vurgulayarak, fakat bugünkü haliyle Ak Partinin, maalesef, ne ülkemize, ne İslam coğrafyasına, ne de dünyaya vereceği bir şey kalmadığını belirtti. DEVA Partisinin, ülkenin tekrar adalete, hukuka ve demokrasiye döndürülmesi adına yola çıktığını belirterek, ulusalda, yerelde çok farklı siyaset kültürü oluşturma, siyasetin kurumsallaşması, sınırlı ve sorumlu bir siyasetin yerleşmesi için çalışacaklarını ifade etti. Prof. Dr. İbrahim Gezer ile yaptığımız röportajdan kesitler:

NETHABER: Ekonomideki son gelişmeleri ve dövizin hızlı yükselişini nasıl açıklıyorsunuz? 

Prof. Gezer: Bildiğiniz gibi, ekonominin belli dengeleri ve dinamikleri vardır. Ülke ekonomisini de bir ev ekonomisi gibi düşünebilirsiniz, sadece biri makro, diğeri mikro boyuttur. Geliriniz ile gideriniz birbirini karşılamazsa açık vermeye başlarsınız. Türkiye, uzun zamandır, geliri ile gideri birbirini karşılayamadığı için sürekli dış kaynak desteğiyle kalkınmasını tamamlamaya çalışan bir ülkedir. Tabii burada dışarıdan gelen kaynağı ne kadar rantabl kullandığınız da önemlidir.  Söz gelimi AK Parti başlarda bu konuda nispeten iyi bir süreç yönetti. Biraz da haklı olarak dışarıdan aldığı döviz borçlarını inşaat ve alt yapı gibi projelere harcadı. Zira inşaat sektörünün canlanması onlarca başka sektörü de harekete geçirecekti. Öyle de oldu. Fakat inşaat ve altyapı projelerinin ihracat ve döviz getirme potansiyeli çok düşüktür. Bu yüzden Türkiye’nin bir süre sonra, söz gelimi, en geç 2007-2008’lerden itibaren hızla katma değeri ve ihracat potansiyeli yüksek ürünlere yönelmesi gerekirdi, ama bunu yapmadı ve inşaat projelerine ağırlık vermeye devam etti. Hala da aynısını yapıyor, Kanal İstanbul’daki ısrar son örneklerden biri.  Sonuçta dışarıdan alınan döviz borçlarını karşılayacak ihracat artışı ve döviz girdisi olmayınca, merkez ve diğer bankalardaki rezervler kullanılmaya başlandı ve bu durum döviz kuru üzerindeki baskıyı artırarak yükselmesine sebep oldu. Tabii burada küresel düzeyde yaşanan pandeminin ve uluslararası konjoktürel gelişmelerin etkilerini de dikkate almak gerekir. 

Hukuk ve adalet olmazsa, güven olmaz

Döviz girdisi sağlamakta yaşanan zorluk, faktörlerden sadece birisidir. Bundan daha önemli diğer bir faktör ise ülkenin son 7-8 yıldır, giderek artan oranda adalet, eşitlik, hukukun üstünlüğü, liyakat, çoğulculuk ve katılımcılık gibi temel yönetsel değerlerden uzaklaşmaya başlamış olmasıdır. Bu durum, ülkemizde güven ortamının ortadan kalkmasıyla ve hem dış hem de iç yatırımların durmasıyla sonuçlanmıştır. Hukuk ve adalet olmazsa, güven olmaz; güven olmazsa, yatırım olmaz; yatırım olmazsa da hem vergi gelirleri düşer, hem de işsizlik, yoksulluk, enflasyon ve daha birçok kötülük sökün eder. Ülkemizde olan budur.    

Cumhuriyet tarihinin en kötü dönemi yaşanıyor

TL’den 6 sıfır atıldığında bir dolar 1.47 TL'ye karşılık geliyordu. Şuanda 7,5 liraya yaklaştı. Tam 5 kat arttı. Eğer siz bütün servetinizi TL olarak tuttuysanız, değeri beşte bire düştü demektir. Son dönemde büyüme hızı da alabildiğine düştü. Geçen yıl %0,9’du, bu yıl eksilerde bekleniyor. İşsizlikte Cumhuriyet tarihinin en kötü dönemi yaşanıyor. Son iki yılda 3,6 milyon çalışan istihdamdan çıkış, zaten milyonlarca işsiz insanımız önceden vardı, bunlara bir de şu anda işten çıkarma yasak olduğu için bekletilen ve yasak kalkar kalkmaz çıkartılacak insanlarımızı ve her yıl çalışma yaşına erişen 1 milyon insanımızı da eklerseniz işsiz insan sayımızın 8-10 milyona ulaşacağını ve işsizlik sorununun devasa bir soruna dönüşeceğini görebiliriz. Az öncede belirttiğim gibi bütün bu yaşananların temel iki nedeni var. Bunlardan biri Türkiye’nin inşaat temelli kalkınma modelinden, tasarruf, üretim ve ihracat temelli kalkınma modeline geçememesi, diğeri ise hukuktan ve demokrasiden uzaklaşmasıdır.

Türkiye ciddi bir dış borç yüküyle karşı karşıya

NETHABER: Türkiye'nin ekonomisini nasıl görüyorsunuz?

Prof. Gezer: Türkiye ciddi bir dış borç yüküyle karşı karşıyadır. Özel sektör ve kamunun toplam dış borcu 431 milyar dolara ulaşmıştır. Bu kadar borcu ödeyebilmeniz için sizin ciddi düzeyde tasarruf, üretim ve ihracata ihtiyacınız var demektir. 2002'den 2013'e kadar ihracat 5 kat artarken, 2013’ten sonra yerinde saymaya başlamıştır. En önemli döviz kalemlerimizden olan turizm sektörü de pandemiden dolayı dibe vurmuş durumdadır. Ülkenin yılların birikimi olan döviz rezervlerinin hoyratça kullanıldığı ve döviz karşılığı olmaksızın para basıldığı da hesaba katıldığında döviz kurunun ve buna bağlı olarak enflasyonun artmaması mümkün değildi zaten. Tabi enflasyon demek yoksulluk demektir, gelir dağılımının iyice adaletsiz hale gelmesi demektir, yoksul ile zengin arasındaki uçurumun daha artması demektir.  Türkiye’nin bu sarmaldan çıkabilmesi için üretken yatırımlara yönelmesi gerekir. Tabii bunu yapabilmesi de hukuk ve adalete dönmesine bağlıdır. Dış yatırım durduğu gibi kendi insanlarımızın yatırımları da önemli ölçüde durdu. Çünkü güven ortamı kayboldu. Vatandaşımız eskiden hükümete TL borç verirdi, artık vermiyor, bu yüzden 2012’den beri ilk defa hükümet döviz ve altınla iç borçlanma yapmaya başladı.  İnsanlar yatırım yapmak yerine birikimini dövize çevirip yastık altına ya da bankaya koyuyor. Bundan 7 yıl önce 90-100 milyar dolar olan bankalardaki yerli döviz mevduatı şimdi 220 milyar dolara ulaşmış durumda. Hatta kredi çekip, döviz alanlar oluyor. Neden? Çünkü şu anda hiçbir yatırım döviz kadar kazandırmıyor. Örnek vermek gerekirse, 2007-2020 arasında enflasyon %259, borsa %124, dolar ise %418 artmış. Bu rakamlar bir ay öncesinin rakamları, son bir ayda dolar daha da arttı. Bu rakamlara göre borsa enflasyonun altında kaldığı için yatırımcısına kaybettirmiş, dolar ise neredeyse iki kat kazandırmış. Bu şartlarda yatırım olur mu? Olmaz, olmuyor zaten. Yatırım olmazsa ekonomiyi toparlayamaz ve işsizlik sorununun altından kalkamayız.    

Sadece ekonomik kriz değil yönetim krizi de var

NETHABER: Türkiye'de bir ekonomik kriz var mı?

Prof. Gezer: Türkiye'de sadece ekonomik kriz değil, politik yani yönetim krizi de var. Hatta yaşanan ekonomik kriz, ülkenin bir süredir yaşadığı yönetim krizinin sonucudur. Ekonomik sistemler, politik sistemlerin alt sistemleridir. Politik sistem bozulmadıkça ekonomik sistem kolay kolay bozulmaz. Bizdeki asıl kriz siyasal krizdir, yani yönetim krizidir. Nasıl ki 2001 ekonomik krizi ülke yönetilemediği için ortaya çıkmış ve devamında iktidara gelen AK Parti ile hızlı bir toparlanma süreci başlamışsa, bugünkü krizde bir yönetim krizidir ve ancak yeni ve ehil bir kadronun iş başına gelmesiyle krizden çıkış mümkün olacaktır. Mevcut durumda, maalesef, bu ülke yönetilemiyor, sadece “mış gibi” yapılıyor. Söz gelimi, bir an önce yapılması gereken onlarca siyasal, sosyal ve ekonomik reform var, ama hiç biri gündeme dahi alınmıyor ve sürekli erteleniyor.  6 yıldır fiili olarak, son 2 yıldır da resmi olarak geçtiğimiz, dünyada tek bir örneği olmayan, nevi şahsına münhasır Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi, adeta, ülkeyi felç etmiş durumda. Bu ülke 40 yıldır hala darbe anayasasıyla yönetiliyor. Ülkede hala kan akmaya devam ediyor. Siyasi partiler yasası, hala alabildiğine antidemokratik ve tek adam yönetimini özendiriyor. %10 gibi adaletsiz seçim barajı aynen korunuyor, hatta daha da artırılmaya çalışılıyor. Hükümet şeffaflık yasasından ve rantın vergilendirilmesinden ısrarla kaçınıyor. Neredeyse bütün önemli ihaleler davet usulüyle yapılıyor ve yine tamamına yakını sürekli aynı firmalara veriliyor ve hangi şartlarda verildiği ise açıklanmıyor. Doğrusu çoğu kişi de bunu kanıksamış görünüyor. Yine, dünyada gelir dağılımının en bozuk olduğu ülkelerden biriyiz. Emek, en değersiz olduğu dönemlerden birini yaşıyor. Asgari ücret, açlık sınırının altında. İşgücü piyasalarının niteliği bakımından 134 ülke arasında 127’ci sıradayız. Kişi başına düşen gelir bakımından, 8 milyarlık dünya ortalamasının altındayız. Faiz lobilerine her yıl 139 milyar TL para ödüyoruz ve bu rakam her yıl katlanıyor. Dünyanın en verimli topraklarında oturup, dünyada en fazla buğday ithal eden ülke haline geldik. Saman ithal ediyor oluşumuz da cabası… Bu güzelim ülkeyi, son 10 yıl, son 5 yıl ve son 2 yıl kategorilerinin tamamında dünyada özgürlüklerin en çok geriye gittiği ülke haline getirdik. En son yayınlanan PISA sonuçlarına göre, araştırmaya katılan 79 ülke arasından en mutsuz çocuklar bizim çocuklarımız. Benzer bir araştırmanın sonucuna göre en stresli gençler bizim gençlerimiz, en fazla şiddete maruz kalan kadınlar bizim kadınlarımız. Bu araştırmaların tamamının kaynağını isteyenlerle paylaşabilirim. Kısacası, çocuklarımızı mutsuzluktan, gençlerimizi stresten, kadınlarımızı ise şiddetten koruyamıyoruz maalesef.   Evet, Türkiye ciddi bir politik ve ekonomik kriz yaşıyor ve tekrar hukuka, adalete, liyakate ve çoğulculuğa dönmediği sürece de bu krizden çıkma ihtimali yoktur. Bu ülke ya tekrar hukuka, adalete ve liyakat sistemine geri dönecek ya da krizden krize savrulmaya devam edeceğiz. Maalesef başka bir alternatif yoktur. Hukuka ve adalete dönmedikçe dağlarımızdan aşağı altın dökülse, derelerimizden petrol aksa, denizlerimizden doğalgaz fışkırsa sonuç değişmeyecektir. Bugün bunların tamamına sahip olmasına rağmen yine de sefalet içinde sürünen onlarca ülke var maalesef dünyada. 

Sorunlar çözümsüz değil

NETHABER: Bütün bu sorunlar çözümsüz mü?

Prof. Gezer: Bu sorunlar elbette ki çözümsüz değildir. Deva Partisi olarak kurulduğumuz günden bugüne, bu krizin aşılmasıyla ilgili somut önerilerimizi sürekli kamuoyu ve ilgililerle paylaşıyoruz. Hem 2001 ulusal krizini hem de 2008 küresel krizini yöneten ve ülkeyi o krizlerden sağ salim çıkaran kadrolar şu anda Deva Partisinde. Şüpheniz olmasın bu insanların tekrar inisiyatif aldığı bir Türkiye, kısa sürede bu krizleri de atlatacaktır.  Ak Parti 2002 yılında iktidara gelmiş, 2013 yılına kadar yukarıda bahsettiğim yönetsel değerlere riayet ettiği için güzel işler yapmış ve ülkemize birçok alanda birçok şey kazandırmıştır. Hatta o dönemde Ak Parti, bu çıkışıyla, sadece Türkiye için değil, İslam coğrafyası için, hatta dünya için bir fırsat olarak görülmüştü. Fakat bugünkü haliyle Ak Partinin, maalesef, ne ülkemize, ne İslam coğrafyasına, ne de dünyaya vereceği bir şey kalmıştır. Üzücü olan ise, o dönemde kazandırdığı şeylerin çoğunu son 5-6 yılda geri almış olmasıdır. Bazı açılardan ülkeyi daha da geriye götürmesi ise cabası…TBMM’nin alabildiğine işlevsiz hale getirilmesi; kutuplaştırma, ötekileştirme ve manipülasyonun ulaştığı boyutlar; yargının araçsallaştırılması ve başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere mahkeme kararlarının görmezden gelinmesi; özgürlükler alanında yaşanan sorunlar; işsizlik meselesi; demokratik teamüller; seçim güvenliği; devletin tarafsızlığı; kurallar ve kurumların geçerliliği ve liyakat meselesi 2001’in daha gerisine düştüğümüz alanlardan sadece bir kaçıdır. Söz gelimi, mevcut iktidar kendinden önceki 80 yılda toplanandan (1 trilyon 861 milyar dolar) daha fazla vergi topladı (3 trilyon 30 milyar dolar); kendinden önce yapılan tüm özelleştirmelerin (8 milyar $) 8-10 katı özelleştirme yaptı (60 milyar $); kendinden önceki 80 yılda alınan dış kaynağın (15 milyar $) neredeyse 10 katı (150 milyar $) dış kaynak kullandı. Defaten imar barışı, bedelli askerlik vb. tek seferlik kaynak temin etti. Bütün bunlara rağmen ülkemizin küresel ekonomideki payı 1980 yılıyla aynı düzeydedir: %0,86. Yine bütün bunlara rağmen kişi başına düşen milli gelirimiz dünya ortalamasının altındadır. 

NETHABER: Peki, önceki dönemlerin kat kat fazlası bunca kaynak nereye gitti? 

Prof. Gezer: Bir başarı varsa bu, “uçuyoruz, kaçıyoruz” sloganlarıyla değerlendirilemez. Dünya ile kıyaslarsınız, nereden almışsınız, nereye getirmişsiniz bakarsınız. Türkiye, potansiyel olarak dünya ortalamasının çok üstünde bir ülke olmasına rağmen, maalesef ekonomi, eğitim, hukukun üstünlüğü, şeffaflık, insan hakları, kişi başına düşen milli gelir, fırsat eşitliği, emeğin değeri, adil gelir dağılımı, ihracat, Ar-Ge çalışmaları, düşünce özgürlüğü, basın özgürlüğü vb. bir çok kriter açısından dünya ortalamasının altına düşmüş durumdadır. Üstelik daha 7-8 yıl öncesine kadar neredeyse bunların tamamında ortalamanın üzerindeydik.  Yine söz gelimi, 15 Temmuz FETÖ Darbe Girişimi sonrası, halkımızın bir bütün olarak darbe karşıtı duruşu ve iktidara verdiği destekle ortaya çıkan fırsat, bir daha darbelerin olmayacağı adaletli, özgürlükçü ve çoğulcu demokratik bir sistem inşa etmek yerine maalesef bireysel iktidarı güçlendirmek ve otoriter, merkeziyetçi ve ideolojik bir devlet inşa etmede kullandı.

Adalet Devleti’ni inşa etmeli

NETHABER: Son olarak ne söylemek istersiniz?

Prof. Gezer: Sonuç itibariyle, açık bir gerçek var ki, o da bu süreç uzadıkça ülkemiz ve ülke insanının kaybetmeye devam edeceğidir. Bu “iki kere iki dört eder” kadar açıktır. Bu yüzden, bugün yepyeni bir Türkiye için, yepyeni bir çıkışa ihtiyaç vardır. Düşünce özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması, ülkemizde kuvvetler ayrımının yeniden tesis edilmesi, ülke insanının sivil bir anayasayla tanışması, politik ve ekonomik krizlere son verilmesi buna bağlıdır. Otoriter, merkeziyetçi ve ideolojik yaklaşımlar maalesef ülkemize bir şey katmamış ve hatta sürekli kaybettirmiştir. Bunun yerine evrensel düşünceyi, hukukun üstünlüğünü, adaleti, özgürlüğü, katılımcılığı, çoğulculuğu ve demokratik örgütlenmeyi esas alan yaklaşımlar öne çıkarılmalıdır. Bu ülke insanı ne yapıp edip, dini adalet, mezhebi eşitlik, meşrebi özgürlük ve ırkı insanlık olan Adalet Devleti’ni inşa etmelidir. Bu toprakların huzur ve barışı da, Anadolu insanının hem bu toraklara, hem İslam coğrafyasına, hem de dünyaya anlam ve değer adına bir şeyler katabilmesi de buna bağlıdır. Röportaj-Foto: Hanifi Evren-Nevzat Kanar