Mağduriyetler giderilemedi
İnönü Üniversitesi İktisadi Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gökhan Tuncel, 28 Şubat'ta birçok zulmün yapıldığına dikkat çekerek, Postmodern askeri darbede toplumun tamamının etkilendiğini söyledi. Yaşanan mağduriyetlerin bir kısmının giderildiğini ifade eden Tuncel, 'Üniversite de o dönemde okuyup da başörtüsü dolayısıyla okullarından atılanlar var, onların mağduriyetleri hala giderilemedi. Adaletin tecellisinin bir an önce olması çok daha önemli çünkü geç gelen adalet adalet değildir' dedi.
Türk siyasi tarihine "postmodern darbe" olarak geçen ve kadınların başörtülü olduğu için okullara sokulmadığı, dini vecibelerini yerine getirmek isteyenlerin adeta kamusal alandan silindiği, toplumsal düzeni korku ve tehlikeye endeksleyen kararların kağıda döküldüğü 28 Şubat Postmodern Darbesinin üzerinden 24 yıl geçti. Bin yıl süreceği iddia edilen bir süreçti: 28 Şubat, mimarları yanılsa da demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçen 28 Şubat süreci, 24’inci yıl dönümünde bir kez daha lanetleniyor.
Darbenin çok çeşitli ve etkili ayakları var
28 Şubat Postmodern askeri darbenin önceki darbe ve müdahalelerden farklı olduğuna dikkat çeken İnönü Üniversitesi İktisadi Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gökhan Tuncel, 28 Şubat sürecinde yapılan Postmodern darbenin çok çeşitli ve etkili ayaklarının olduğunu belirtti. Tuncel, o dönemde darbe yapıcıların, ordunun siyasete doğrudan müdahale etmek yerine, Milli Güvenlik Kurulu aracılığıyla kendi amaçlarını gerçekleştirmek için, sivil yapıları da kullanarak var olan ve seçilmiş meşru iktidarı alaşağı yoluna gittiğini vurguladı. Tuncel, Türkiye'nin özellikle 1980’den sonra, Anavatan Partisi iktidarında merhum Turgut Özal ile beraber çok farklı bir döneme girdiğini anımsatarak, "Türkiye özellikle 1980’den sonra, Anavatan Partisi iktidarında merhum Turgut Özal ile beraber çok farklı bir döneme girmiştir. Türkiye’de özellikle Anadolu insanı; ekonomik, sosyal ve siyasal alanda iktidarda yer almayı ve çeşitli kazanımlar elde etmeyi başarmıştır. Daha sonra Rahmetli Necmeddin Erbakan Hoca’nın dönemi ile çok daha önemli kazanımlar elde etmeye başlandı. Özellikle yerel yönetimlerle başlayan, başarılı uygulamalarla beraber merkezi iktidara da yönelen süreç başlatmış ve Anadolu insanının; inancıyla, kültürüyle, geleneğiyle, diniyle yani bütün özellikleriyle iktidarda var olma çabasıydı. Bu çabaya karşı özellikle daha önce devletin imkân ve gücünü kullanarak ve var olan konumlarını kaybetmek istemeyenlerin bir karşı duruşuydu. Bu anlamda sadece biz bunun ordunun yaptığı bir müdahale olarak anlamamamız lazım. İstanbul sermayesini bunu içerisine dahil etmemiz lazım. O sermayenin temsilcisi olan sözüm ona sivil yapılanmaları, sendikaları. Özellikle medyayı ve kamuoyu algısını çok öne çıkartıyorlar ve medya üzerinden bunu başarmaya çalışıyorlar" diye konuştu.
Toplumun bütününü etkileyen bir darbe
28 Şubat Postmodern askeri darbesinde birçok zulümlerin yapıldığına dikkat çeken Tuncel, "İnsanın temel insan haklarını ve yaşama hakları da dahil olmak üzere haksız yere hapse atılması, işlerinden atılması, bazı sivil toplum kuruluşlarının mülkiyetine el konulması gibi bu tür mağduriyetleri üretmiştir. Hatta bu tür mağduriyetlerin bir kısmı daha sonraki dönemlerde giderilmiş olsa da daha giderilmeyenler de var. Bu anlamda baktığımızda toplumun bütününü etkileyen bir darbe. Daha önceki darbeler de asker yönetime el koyuyordu, belli bir süre yürütmeyi tekeline alıyordu sonra bir Anayasa yapıp bırakıyordu. Ama 28 Şubat döneminde çok farlı bir durum ortaya çıkmış, toplumun en ücra köşesine kadar etkisini hissettiren bir süreç yaşanmıştır. Bu anlamda dini, eğitim kurumlar, kültürel yapılar, sivil yapılanmalar, kadınıyla, erkeğiyle, çocuğuyla hepsi etkilenmiştir. Bu anlamda çok daha kombike bir süreçten bahsediyoruz. Onun için 28 Şubat sürecinin çok farklı boyutlarla ele alınması söz konusu. Çünkü Türkiye’nin daha sonraki seyrinde de kendisini hissettirmiştir" şeklinde konuştu.
Eğitim sistemimizin genleriyle oynanmış
Kombike bir darbenin etkilerini kısa vadede çözmenin ve tamamen ortadan kaldırmanın mümkün olmadığını kaydeden Tuncel, "Bir insanı haksız yere gözaltına aldıysanız hapsettiyseniz işinden ettiyseniz daha sonra ona iade-i itibar verseniz dahi o gün çektiklerini yeniden yerine getiremezsiniz. Bu anlamda böyle bir şey mümkün değil. O kadar çok farklı etkisi olmuş ki eğitim sistemimizin genleriyle oynanmış. O dönemde İmam hatip okullarını kapatabilmek için ortaöğrenim seviyesindeki kısmını kapatabilmek için bu defa meslek liselerini de içerisine dahil edilmiştir. Katsayı uygulaması getirilmiştir. Sonraki dönemlerde üretim için çok önemli olan iş gücünü de etkilemiş. Ülkenin üretim kapasitesini düşüren insan kaynağını heba eden bir süreci de aşmış oluyor" dedi.
Baskılar uygulandı
Tuncel, o dönemde başörtüsü için yaşatılan mağduriyetlere değinerek, "Başörtüsü meselesine gelirsek, Türkiye’de en önemli sorunlarından birisi olarak yıllarca tartışılan kız çocuklarının okullaşma oranının yükseltilmesi, kadınların eğitim hayatına daha fazla katılması ama bu engelliyordu. Daha da önemlisi insanların iradesine ipotek koyuluyordu. İnancıyla, kültürüyle, diliyle, sosyal hayatta, siyasal ve ekonomik hayatta var olmasının önüne set çekiyordu. ‘Siz bazı konuları tercih edemezsiniz, siz şu kabın içerisine sığmak zorundasınız.’ Diye böyle baskılar uygulandı" ifadesini kullandı.
Sanata aktarmalıyız
Her bir kişinin birey olarak çektiği sıkıntıların ortaya çıkaracak sanatsal çalışmaların yapılması gerektiğine vurgu yapan Tuncel, "Tabi Akademisyenler ve o dönemin şahitleri yaşanan mağduriyetleri dillendirecekler ama bunu sonraki kuşaklara aktarılabilmek için bunu yazıya sanata aktarmamız lazım. Türkiye’de belki eksi olan şeylerden bir tanesi de bu. Bunun anlaşılabilmesi için sinema filmi olabilir, çizgi filmi olabilir, tiyatro çalışması olabilir, resim ve karikatürize edilebilir. Bunlar gibi sanatsal çalışmaların yapılması lazım. Dünyanın birçok yerinde daha az etkisi olan bir olay belki yüzlerce sanat eserine konu ediliyor ama Türkiye’de milyonlarca insanı etkileyen ve kombike bir yapı sadece bir yönüyle değil, ekonomisini, kültürünü, dinini, düşünce yapısını eğitimini etkiliyor. Bu etki yapısını düşündüğünüzde çok farklı çalışmalara yol açması gerekiyor" diye kaydetti.
Bin yıllık bir süreç olmadı
28 Şubat Postmodern askeri darbesine öncülük edenlerin sürecin bin yıl süreceğini iddia ettiklerini anımsatan Tuncel, "Bin yıllık bir süreç olmadı ama etkilerinin daha çok fazla olduğunu söyleyebiliriz. AK Parti iktidarı ile beraber artık 28 Şubat süreci etkisini kaybetti ve yeni sürece girdik dedik ama sonra darbe söylentileriyle, E-Muhtırayla ‘cumhurbaşkanınızı seçemezsiniz, seçecekseniz de bizim belirlediğimiz kriterlere göre bir Cumhurbaşkanı seçeceksiniz.’ Söylemi ve eylemi gerçekleştirildi. AK Parti tek başına iktidar olmasına rağmen Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmayla karşı karşıya kaldı. Daha sonra ülkemiz ve bizler için çok daha önemli ve dönüm noktası olan 15 Temmuz süreci oldu. 15 Temmuz darbe girişimin 28 Şubat ile bağlantılı olduğunu düşünüyorum. 28 Şubat’ta Ülkenin kendi kaynaklarıyla kendi içinden çıkan bir yapı, kendi ülkesine, siyasetine, kültürüne, toplumuna, yabancılaşabiliyor ve darbe yapma girişimi içerisinde bulunabiliyor. Bunu genel itibariyle farklı değerlendiririz 15 Temmuz FETÖ’nün kaynağını farklı değerlendirebiliriz ama nihayetinde darbe düşüncesinin olması çok önemli. Tabi 15 Temmuz darbe girişiminde Cumhurbaşkanımızın öncülüğü ve halkımızın direnmesiyle geriye tepmesi ve psikolojik anlamda üstünlüğü ele alınması çok önemli. 28 Şubat’ta askerin gücünden bahsediyoruz ama bu sadece silah gücü değil, bu bir tasavvur. Toplum daha önce buna karşı direneceğini, kendi haklarını ve iradesini aktif bir şekilde ortaya koyabileceğini düşünemiyordu sadece seçimlerde kendilerine müsaade edilmesinde gösteriyordu. 15 Temmuz bu anlamda Türkiye’deki toplumun aktif olarak siyasete katılması, bir örneği ve öncüsü olması dolayısıyla önemli. Bu bağlamda 28 Şubat sürecinin en aza indirildiği dönem kanaatimce 15 Temmuz darbe girişiminde halkın gösterdiği duruştur. 15 Temmuz 2016 ile beraber darbe süreci artık belli bir etki düzeyini azaltacak seviyeye gelmiş" diye konuştu.
Türkiye daha iyi bir Anayasa’yı hak ediyor
2021 yılında olunmasına rağmen ülkenin darbe anayasasıyla yönetildiğine dikkat çeken, Tuncel, "Tabi ülkede önemli değişiklikler oldu. Özellikle Turgut Özal döneminde 141, 143 ve 163 maddeler değiştirildi, bunlar önemli. 1999’da Avrupa Birliğine giriş süreciyle beraber ordu siyaset ilişkisinde, sivil toplum yapılanmalarının öne çıkması, ifade özgürlüğü, insanların gözaltına alınması, yargılanma süreçlerinin daha objektif olması gibi çok önemli değişiklikler oldu ama biz daha 1982 darbe anayasasıyla yönetiliyoruz. Bu anlamda psikolojik üstünlüğün Anayasa bağlamında da değişmesi gerekiyor. Bugünlerde Yeni Anayasa çalışmaları gündeme getiriliyor. Aslında Türkiye bu anlamda birçok konuda ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel ve teknolojik olarak mevcut Anayasa’nın çok daha ötesine geçmiş durumdadır. Daha derleyici, toparlayıcı, daha kısa, özgürlükleri daha çok ve açıcı bir Anayasa’ya ihtiyaç duyuyor. Evet Türkiye bu anlamda özgürlükleri açmak için çaba sarf ediyor ama bir taraftan da yine acaba yeni sorunlarla karşılaşabilir miyiz? Korkusu ve endişesi var. Ama artık bu korku ve endişeyi aşmamız gerekiyor. Çünkü Türkiye toplumu daha iyi bir Anayasa’yı hak ediyor. Bu anlamda bir bütün olarak Anayasayı düşünmemiz lazım. Özgürlükler konusunda adil yargılanma konusunda kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin korunması konusunda sorunlar yaşıyoruz. Bunları aşabilmemiz için mutlaka Anayasa çalışmalarını çok daha detaylı ve kapsamlı bir şekilde yürütülmesi gerekiyor. Siyasi irade bu konuda gerekli çalışmaları yaparak iradesini ortaya koyarsa inanıyorum ki toplumumuzda buna gerekli desteği verecektir" dedi.
Geç gelen adalet adalet değildir
28 Şubat mağdurlarına da değinen Tuncel, sözlerini şu şekilde sürdürdü: “İşini kaybedenler uzun bir süre olsa da işini gene kazandı. Ordudan atılanlar ile ilgili yapılan düzenlemelere göre çeşitli yönlerle tanzim yoluna gidildi. Ama özellikle üniversite de o dönemde okuyup ta başörtüsü dolayısıyla okullarından atılanlar var, onların mağduriyetleri hala giderilemedi. Sık sık gündeme getirilmeye çalışılıyor ama sesleri duyurulamıyor. 1998-1999 ve 2000 yılında okulunu bitirmeleri gerekirken daha sonra kendilerine afla imkân sağlandı. Afta çok ayrı bir kavram. Bu insanlar ne yanlış yapmış ki af olunuyor. Bunlar yaklaşık 12 yıl sonra okullarını bitiriyorlar. Evlenip çocuk çoluğa karışmışlar farklı sorunlar yaşamışlar yeni öğrencilerle beraber aynı sınava girin ve hakkınızı kazanın denildi. Biz devletin sürekliliğini esas olduğunu biliyoruz. Devlette süreklilik esassa devlet bu mağduriyetleri de göz ardı etmemeli. O günün şartlarında zaten belgeleri var aldıkları notlar genellikle çok yüksek olduğunu kendi okulumdan biliyorum. Bu anlamda mağduriyetlerin giderilmesi lazım. 27 Mayıs 1960 darbesinde mağdur olan kişilerin hak mahrumiyeti, mülkiyetine el konulması, cezaevine atılması, işkence görmesi onların sonraki mirasçılarına yönelik bir çalışma yapılmak için komisyon kuruluyor bu çok önemli bir şey. Biz ülke olarak ne mağduriyetler yaşıyoruz. Hiç hakketmediğimiz halde Türkiye’yi mahrum etmek çeşitli ülkelerde meclisler komisyonlar kuruluyor. Ermeni soykırımı adı altında yok azınlıklara yapılan müdahale adı altında bunlar yapılıyor. Ülkemizde de kendi insanımız için ki bilinen bir mağduriyet bunun giderilmesi için gerekli çalışmalar yapılmalıdır. Yapılacağına da inanıyorum. Adaletin tecellisinin bir an önce olması çok daha önemli çünkü geç gelen adalet adalet değildir."
En çok öğrenciler mağdur oldu
28 Şubat sürecinde aralarında Malatya İnönü Üniversitesinin de bulunduğu birkaç üniversite de çok daha sert tedbirlerin alındığı ve öğrencilerin daha fazla mağdur edildiğine vurgu yapan Tuncel, "Personellerden de mağdur olanlar oldu ama en çok öğrenciler mağdur oldu. Bizlerin mağduriyeti, öğrencilerin yaşadığı mağduriyetler karşısında bir hiçti. İnönü Üniversitesi bu anlamda mağduriyetlerin çok yaşandığı bir yerdi. O dönemde rektörlük yapan Ömer Şarlak asker kökenli birisi ve Malatya’yı pek çok tanımayan ve özel olarak buraya gönderilmişti. Ne kadar seçilmiş görünse de buraya atanmış birisiydi. Burada bazı üniversite hocaları ve araştırma görevlisi olanlar da mağduriyetler yaşadı. Birçok kişi üniversiteyi bırakıp başka kuruma veya başka üniversiteye geçmek durumunda kaldı. O dönem de bizde 28 Şubatın artçı etkilerinden etkilenen kişilerdendik. Sonraki süreçte üniversiteden ayrılmak zorunda kaldım başka işlerle meşgul olduk daha sonra tekrar 2010 yılı sonrası tekrar geri döndüm" sözlerine yer verdi.