Bakan Kurum'a açık mektup
Ensar Vakfı Malatya Şube Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Küçük, 'Yeryüzünü kendisine emanet edilen bir bahçe olarak algılayan medeniyet tasavvurumuzun inşa ettiği 'şehir' modelini önce deprem sonrası yeniden inşa edilecek olan 11 şehre sonra bütün şehirlere ve modern dünyaya alternatif bir model olarak yeniden sunabiliriz' dedi.
Malatya Sivil Toplumu Adına yazılı açıklamada bulunan Ensar Vakfı Malatya Şube Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Küçük, ‘Yıkılan on bir şehrimiz yeniden inşa edilirken…’ başlığıyla yaptığı açıklamada, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’a seslendi.
Ahmet Küçük, yaptığı açıklamada, “Saygıdeğer Bakanım. Vekilim. Yüzyılın afeti olarak tanımlanan ve bölgemizde büyük yıkımlara sebep olan depremlerin ardından ülke olarak başta cumhurbaşkanımız olmak üzere büyük bir çaba gösterilmektedir. Bunca gösterilen gayretin içerisinde şehirlerimizin yeniden imar ve inşasında bazı hususların göz ardı edilmemesi büyük önem taşımaktadır. Farabi şehrin de insan gibi muharrik bir gücünün, yani ruhunun olduğundan bahsetmektedir. Şehrin ruhunun ne olduğu sorusuna farklı cevaplar verilmiş olsa da onun insanlar tarafından oluşturulduğu ve o mekana kimlik ve kişilik kazandıran “şey” olduğu hususunda hemfikir olunmuştur. Dolayısıyla şehre ruh veren, orada meskun bulunan veya oranın bağrında yatan insanın bizatihi kendisidir. Zira şehir salt cansız yapılardan oluşmaz, o yapıların içerisinde varlığını idame ettiren insanla birlikte bir anlam kazanır. Bu yüzden şehrin insanları değiştiğinde ruhu ve kimliği de değişir. Nitekim insan yüzlü şehirler veya İslâm şehirleri kendilerine ait bir ruh, kimlik ve karakter taşırlar. Şehirlere bu ruh ve karakteri üfleyen o şehrin mürebbileri ve manevi mimarlarıdır. Tıpkı Hz. Peygamber’in Medine’yi, Halid bin Velid’in Hama’yı, Orhan Gazi’nin Bursa’yı, Beyazid’i Bestamî’nin Adıyaman’ı, vb. terbiye edip imar ettiği gibi.
Sayın Bakanım, Vekilim.
Bugün modern ve post modern dünyaya hakim olan seküler akıl; insanı kendisine, insanlığa, çevresine yabancılaştırmış onu tarih, toplum, kültür, inanç vb. değerlerden uzaklaştırmış, insan-şehir, insan-çevre ilişkisini de mabud ve mabedi yok sayan bir zemine oturtmuştur. Değerden, ruhtan yoksun bu tarz bir kentleşme doğal olarak bunalımlı bir insan profilini karşımıza çıkarmıştır. Tek tip halindeki şehirlerimiz içerisinde yaşayan insanı ve onun ruhunu öldürmüş, kendisi de semaya başkaldıran Babil kuleleri gibi ruhsuz mekanlar haline dönüşmüştür.
Tarihsel süreç içerisinde gelişen İslam şehrinin yapısal formülasyonunu alternatif bir hayat biçimi, bir çevre, bir okul olarak, yeryüzünü de kendisine emanet edilen bir bahçe olarak algılayan medeniyet tasavvurumuzun inşa ettiği "şehir" modelini önce deprem sonrası yeniden inşa edilecek olan 11 şehre sonra bütün şehirlere ve modern dünyaya alternatif bir model olarak yeniden sunabiliriz.
Böylece bu modern kentleri mutlu insanların yaşadığı mutlu şehirlere dönüştürebiliriz. Zira mutlu ve erdemli şehirler insanlarının birbirlerinin güvenliği, özgürlüğü ve mutluluğu için yarıştığı, ruhu, kimliği, hikayeleri olan şehirlerdir.
Bu yüzden şehirlerimizi ve mekânlarımızı insanı ve insanlığı merkeze alan “insan yüzlü”, Batılı soyut ve soğuk yapılardan arındırarak, yerli, sıcak ve kuşatıcı yerleşim merkezleri haline getirmeliyiz. Öyle şehirler yazmalıyız ki sakinleri ve gezenleri onun üzerinde hikmetli okumalar yapsın. Şehrimizin unutulması imkansız olan bir yüzü olsun. “İki şey vardır ki ancak ölümle unutulur: onlar anamızın yüzüyle şehrimizin yüzüdür.” der Nazım Hikmet. Tarihin her türlü testinden geçmiş binlerce yıllık şehirler ve o şehirlere ait inanç, zihniyet ve düşüncelerimizi sembolize eden rumuzlar ve yüzler kalsın arkamızda. Aslında kendi yüzümüz yansır şehre ve şehrin yüzü bizim yüzümüz olur. Hacı Bayram Veli’nin dediği gibi insan şehri inşa ederken taşın toprağın arasında kendisini inşa eder, gönlünde her ne varsa o kişiye şehir olarak döner. Gönlü taş olanın şehri taş, gönlü aşk olanın şehri aşk ile dolu gülistan olur.
Çocuklarımıza böyle gülistan şehirler bırakabilmek için her felaketin, afetin içinde bir takım imkanlar ve fırsatların da saklı olduğu gerçeğinden hareketle devlet ve sivil toplum aklı olarak bir araya gelip fikir teatisinde bulunup bir yol haritasının belirlenmesi kaçınılmaz görünmektedir. Tam bu aşamada barınak ihtiyacı aceleciliği ile belli, basmakalıp plan ve projeler çerçevesinde barınaklar inşa etmek “Şehir” kurmak anlamına gelmiyor. Şehir ancak yukarıda zikredilen hususlar dikkate alınarak kurulabilir.
Ezcümle yukarıdaki bilgiler muvacehesinde neler yapabiliriz sorusunun cevabını özetle şu şekilde verebiliriz:
Öncelikle yaşadığımız bu çok ağır bedel şehrin imarı, zemin, teknik vb. açıdan bugüne kadar süregelen keşmekeşlikten, suiistimallerden, ihmallerden ve denetimsizliklerden uzak adalet üzere emin ve güvenilirlik arz etmesi gerekir.
Denetim mekanizmalarının siyasî ve bürokratik iradenin dışında tamamen bağımsız kurumlar tarafından işletilmesi gerekir.
Müteahhitlere mutlaka inşaat mühendisi, mimar, şehir planlamacısı olma zorunluluğunun getirilmesi gibi teknik yeterlilik her hususta maksimum seviyede tutulurken, bu meslek kuruluşlarının ideolojik yapılanmalar içerisinde oluşuna engel olunması gerekir.
Şehirleşme gerçekleştirilirken Mabud-Mabed merkezli olup çarşı ve pazar, sosyal, kültürel müesseseler, eğitim kurumları, millet kütüphanesi, kısaca şehrin bu merkezin etrafında şekillenmesi gerekir. Bu bağlamda Malatya özelinde Şire pazarı vb. çarşılar şehrin genel dokusuna uygun yerlere taşınabilir. Beş Konaklar gibi tarihi ve kültürel yapıların da şehrin ruh ve kimliğine uygun olarak yeniden tamir edilmesi gerekir.
İmar planları ve projelerin hatalı yapılmasında sorumluluğu olan aynı mekanizma ve irade tarafından kesinlikle yapılmamalıdır. Bu mekanizmaların süratle tasfiye edilmesi gerekir.
Özellikle şehrimizde ve diğer şehirlerde üniversitelerdeki uzman öğretim üyesi hocalarımızın bu sürece acilen dahil edilmesi gerekir.
Şehrin planlaması Üniversiteleri, STK’ları, Medeniyet ve Kültürel sembollerimizi dışlayan ağırlıklı İstanbul merkezli firmalara değil yukarıda zikredildiği gibi ağırlıklı olarak uzman öğretim üyelerinden oluşan, mabedi merkeze alan İslam Şehirleri modelini esas alan bir kurula havale edilmelidir.
Şehirler Selçuklu vb. mimarî özelliği, tarihsel ve kültürel sembolleri, figürleri kullanıp şehrin dağınıklıktan uzak derli toplu bir şekilde ruhu ve kimliğiyle yeniden inşa edilmelidir.
Bizler Malatya Sivil Toplum Kuruluşları olarak toplumsal bağlamda yaşadığımız bu ağır travmayı; fıtratımızı, ruhumuzu, yüzümüzü, insanlığımızı okşayan bir şehir modeliyle daha kolay atlatabileceğimizi düşünmekteyiz. Bu düşüncemizi şehirlerimizim yeniden inşâ edilmesi aşamasında büyük bir gayret ve özveri gösterdiğinizin farkında olarak bu sürecin siyasî ve idarî yönetiminde dikkate alınmasını arzu etmekteyiz. Saygılarımızla…” ifadelerini kullandı.