Süveyda Keskin

Her şey sırayla

Süveyda Keskin

Doğa/insan, doğal yaşam/ doğal beslenme örüntüsü insanın da doğası gereği yaşam döngüsünü oluşturur. Hiç şüphesiz insan yaşamında var olan yüzlerce argümana rağmen, tabiat; yaşamın en elzem en zaruri unsurunu teşkil eder. İçerisinde yeryüzüne ve ögesi olan insana sağlıklı yaşamın ana faktörü oksijeni, iç huzuru ve sayısız formatta nimetleri bağrında taşır. 

Ne zaman ki modern ve uygur hayat, insanı doğadan uzaklaştırdı; biyolojik, psikolojik ve sosyolojik sorunları da beraberinde getirdi. 

Tabiatı terk etmenin, beton binalara çakılmanın, bunun getirisinde bireyselleşen insanın esasında makus talihine terk edildiği fark edilmedi. Modern yaşam tarzları (!) yeme alışkanlığından, konfor anlayışıyla her şeyi suni,yapay, estetik ve kimyasalla formatlanan insan; temiz fıtratı ve sağlığı peyder pey kaybetti. Yapay hayatların belki de en büyük darbesi, sağlığın temel taşı bağışıklık sisteminin çöküşü oldu.

Doğadan ve doğallıktan her forumda soyutlanan insan, geldiğimiz noktada hükmedenlerin sözde sunduğu yaşam konforundan, özgürlüğünden ve sağlığı üzerinden köşeye sıkışmış durumda. Sözde ilaç, test, aşı seçenekleriyle insanın rasyonel tarafını es geçip, fizyolojisi ve psikolojisine hükmediyor. 

Bunu, onu sosyal hayattan izole etme ve ötekileştirme tehdidiyle yapıyor. Tehdidin olduğu yerde seçenek ve tercihten bahsetmek mümkün müdür?

Nietschze’nin makinenin icadıyla insana atfettiği kutsal güç, yine kutsallaşan güç olarak, bilim ve bilim insanı algısıyla devam ediyor. Söz konusu bilim, bilim insanını hiç şüphesiz liyakat sahibi yapan, uzmanlığının yanı sıra, “insan yararına hizmet” unsuru görmezden geliniyor. Toplumda oluşan kaygı, şüphe ve korku ehil olanı da liyakati de sorgular hale getirmiştir. 

Tanrıya oynayanlar her paradigmada fıtrattan uzaklaştırdığı hemcinsini bertaraf etme mücadelesi veriyor. Uygar yaşam iddiaları insanı; kısıtlanan, ötekileştiren hatta yaşamı artık çok görülen bir objeye dönüştürmüş durumda. Tasarlanan yaşamlarda tercih/tehdit, özgürlük/kölelik enteresan bir şekilde at başı gidiyor.

Sözde düşünme özgürlüğünü de içinde barındıran modernizm aslında bireyin yaşamına dair tüm kararları kendi alırken öğretisiyle paradoksal bir endam arz ediyor.  

Ezcümle; insan kaygan zeminlerde yaşadığının farkında olmak zorunda. Kaygı, şüphe ve korku zemini daha çok kayganlaştırırken, düşmesi an meselesi.

Yorumlar 3
Ahmet Temel Bulut 14 Eylül 2021 00:09

Makale, insanın cemiyet hayatına karıştıktan sonra yaşadığı olumsuzlukları anlatıyor ki, çok doğru. Bir kere bakirliğini kaybediyor insan; sadeliğini, doğallığını. İnsanlıktan çıkıyor âdeta. Sosyalleşme adına, ortamla rekabet adına bütün masumiyetini kaybedip adeta şeytanlaşıyor. Bir de bedenen ve ruhen telafisi imkansız kayıpları oluyor. Üstad Kısakürek bu konuda yazmış, özetlemiş: Al eline bir değnek Tırman dağlara, söyle Şehir farksız olsun tek Mukavvadan bir köyle Uzasan göğe ersen Cücesin şehirde sen Bir dev olmak istersen Dağlarda şarkı söyle "Apartman" adlı bir başka şiirinde şöyle diyor: Üst üste insan türü Bu ne hayat, götürü. Yakınlıktan ötürü Uçup gitmiş yakınlık Sn. Süveyda hanım her zaman güncelliğini koruyan bir konuya parmak pasmış, iyi de yapmış. Tebrik ederim.

Barış Perde 13 Eylül 2021 19:10

Saf insan ırkının yok edilişine doğru gidiyoruz

Mehmet 12 Eylül 2021 11:27

Diyorsunuz ki "Ne zaman ki modern ve uygur hayat, insanı doğadan uzaklaştırdı; biyolojik, psikolojik ve sosyolojik sorunları da beraberinde getirdi." Burada çok haklısınız... Eskiden insanın modern hayat dediğimiz olgusu, yaban hayvanların yaşam alanlarını tehdit ederken; şimdilerde bu olgu, insanların kendi yaşam alanlarını tehdit eder hâle dönüştü. Dediğiniz gibi bütün sorunların kaynağı, insanlara daha iyi yaşam şartları sunma bahanesiyle, doğanın dengesinin yine insan eliyle bozulması. Sonuç mu; dengesi bozulan doğa ve dengesi bozulan insan olarak karşımıza çıkmıştır. Saygılarımla

Yazarın Diğer Yazıları