Süleyman Keskin

HOROZU ÇOK OLAN KÖYÜN SABAHI GEÇ OLUR

Süleyman Keskin

Efendim;

Bir zamanlar, ülkenin birinde “manevi rütbesi yüksek bir zat” yaşarmış...

Siz, ona ister “hocaefendi” deyin, isterse “medrese”de bir alim...

İşte bu alim zat, birgün bir “iftira”ya kurban gider ve “zindan”a atılır...

“Hay Allahım, ne günah işledim de başıma bunlar geldi?” diyerek kendini sorgulamaya başlamışken, atıldığı “karanlık zindan”a gözleri alışınca, bir de bakar ki; zindanın bir köşesinde “biri daha” vardır.

O zaman, bu “cezalandırma”nın, aslında bir “mükafat” olabileceğini düşünür.

Öyle ya;

Zindandaki bir kişiye “tebliğ”de bulunacak, onu “irşad” edecek ve “İslam'la şereflenmesi”ne vesile olacaktır.

Bu ümit ve şevkle;

“Zindan arkadaşı”nı dizinin dibine oturtur ve başlar muhabbete...

“Din” ile “diyanet” ile uzaktan yakından ilgisi olmayan, laf aramızda biraz da “ahmak ve ebleh” olan kişiye, hemen her gün “farklı bir dini konu”dan bahseder...

“Ahlak”tı, “haram”dı, “helal”di, “zikir”di, “şükür”dü, ‘‘fikir’’di, “ana-babaya saygı”ydı filan derken, her şeyi anlatır.

Anlattığı her konunun sonunda da, sorar zindan arkadaşına;

“Anladın mı?.Eğer anlamadıysan söyle, üşenmem, yeniden anlatırım!”

O zat;

Her defasında,“Anladım” der...

Hem zaten, anlatılan konularla o kadar “ilgili!”dir ki; gözlerini “mübarek zatın yüzünden” ayıramaz!..

Onun önünde her gün diz çökmekte, gözlerini o zatın yüzünden ayırmamakta ve anlattıklarını da “can kulağı” ile dinlemektedir!..

Böyle böyle; aradan günler ve hatta haftalar geçer...

Onun bu halini gören mübarek zat;

“Tamam” der,

“Bu adam, yüzüme bu kadar dikkatli baktığına ve anlattıklarımı da bu kadar can kulağı ile dinlediğine göre, epey mesafe katetmiş olmalı!”

Bu düşünceyle, aldığı mesafeyi “test” etmek ister.

“Gel bakalım der;

“Anlat bakalım, neler anladığını!”

Zindandaki zat;

“Şunu anladım” der;

“Haftalardır yüzüne bakıyorum... Seyrek sakallarına bakıp, seni birine benzetmeye çalışıyorum...

Sonunda çıkardım işte... Benim, köyde bir keçim vardı!.. Onun çenesinde de, seninki gibi sakallar vardı!!!...

Sana baktıkça, ona bakmış gibi oluyorum!!!”

Hikaye bu kadar...

Biliyorum, soracaksınız;

“Hikayeyi anladık da, bu yazının ana fikri ne, ne demek istiyorsun?”

Hikayeden de anladığınız gibi;

Haftalar süren “tebliğ amaçlı sohbet-ler”in gelip dayandığı nokta, “köydeki keçi”den ibarettir...

Bir aşk derecesinde mübarek zatın yüzüne bakan ve onu “can kulağı” ile dinliyor görünen zat, meğer onun “seyrek sakal”ına bakarken, “köydeki keçisini” hayal etmektedir!..

Hikayeden çıkarılacak “ders” şudur:

Senin ağzından çıkan söz, birileri tarafından “dikkatli” bir şekilde dinleniyorsa, sanma ki, o birileri her zaman bir şeyler anlıyor!..

Senin ağzından çıkan söz veya fıkra, birilerini “kahkaha”ya boğuyorsa, ya da gülmekten yerlere yatıyorlarsa, bil ki onlar “fıkra”ya değil, “senin komikliğine” gülüyorlardır.

Hasılı kelam; ‘ ‘Sen ne söylersen söyle. Seni dinleyen ne anlıyor onu test et öncelikle.’’

 “Hikayeyi de anlattıktan sonra, gelelim günümüze...

Ak Parti’de Malatya’nın ilçe adayları yarın kamuoyuna duyurulacak.

Adaylarımıza şimdiden ufak bir uyarım olacak.

Çevrenizdekilerden ziyade kararları hep sizler verin bu seçim sürecinde.

Sonrasında her kafadan bir ses çıkmasın.

Bakın, ben daha açık bir şekilde diyorum ki;

“Horozu çok olan köyün sabahı geç olur!” Vesselam…

Yazarın Diğer Yazıları