Nesibe Aldemir

İçeri doğru adımlar

Nesibe Aldemir

Çiçekler kimi zaman gölgede açar. Bazen zaman, bir göle bardakla su taşırmışçasına dolmak bilmez. İçimizde esen umut yelleri güzel günler yakında gelecek dese de güneş doğmayan yanımız belki bugün son nefes diye haykırmakta. 

 Afetler, belalar, kazalar insanın benliği ile şeffaf bir şekilde yüzleşmesi için büyük fırsattır. Bu fırsatı görmezden gelmek kendimizi kandırmanın ötesine geçmez. Öyle ise biraz yalın ayak yürüyelim yürek diyarımıza. Kırdığımız kalplerin cam parçalarını hissedelim. Zulme sessiz kalan karanlığımızda yeşeren zakkumları hissedelim ayağımızda. Yetimi, yoksulu ve muhtacı görmezden gelerek yürüdüğümüz asfaltta ağımıza dolaşan siyah ziftleri hissedelim. Yürümemizi zorlaştıran kaçırdığımız namazları, tutmadığımız oruçları hatırlayalım. Haramı helale dönüştürerek kazancımızın önümüze serdiği közlere basalım. Sonra tefekkür edelim. İncir çekirdeğini doldurmayan bahaneleri kuşanarak akrabaya sırtımızı dönmenin aynı zamanda O’nun ayetlerine de sırt çevirmek olduğunu unuttuk diye mi ayağımızdaki prangalar? Adımlarımız geri gidiyor değil mi? Böylesi bir iç yolcuğu kaldıracak cesaretimiz yok. Çünkü dünyanın verdiği haz esaretinde yaşamak işin kolay olanı. Üstüne biraz da kin, kibir, haset ekledin mi tadından yenmez bir hal alıyor ihtiraslar. Tabi canım, dünya senin işte! Rahat ol. 

 Fakat gün geldi o rahat bozulmaya başladı. Ölüm yakındı. Verdiği sıkıntılarla ölümün yakın olduğunu bir kez daha hatırlatır Allah (c.c). Fakat insan unutandı. Anı, zamanı, geçmişi hep unutmaya meyillidir. Yaşananlardan ders almak yerine onu ört pas etmeyi tercih edendi. Kaçandı insan. Bildiği gerçeklerden, duymak istemediği hakikatten, görmek istemediği şeffaf pencerelerden. Kötülüğü yüceltendi insan. Onu allı pullu kelimelerle ve fakatlarla süslerdi. Satardı pazardan pazara. Sürerdi diyardan diyara. Alıcısı çok olurdu elbet göze hitap edenin. Dünya zevki de veriyorsa ne olduğuna bakma al, doldur heybene ey insanoğlu! Eşyayı al ihtiyacını sorgulamadan, insanları al hayatına tanıdığından emin olmadan, fikirleri giydir beynine dinine, aklına ve ahlakına uyguluğunu gözetmeden, davranışları kap değerlerinden ödün vererek. 

 Doldurdun heybeni taşıyamayacağın yüklerle. Şimdi yorgunum diyorsun. Ölüm gerçeğinden kaçmak çare değil çok iyi biliyorsun. İnsanlar birbirinden kaçıyor. Sarılmak mı dedin? Özlemler havada asılı kalıyor. Sokaklar, caddeler soluk rengiyle sana bakıyor. Bak onlar da durulmuş ve dinliyor. Adımlar tedirgin, insanlar gergin. Şehirler küskün. Kaldırımlar yorgun. Üzerinde yaşayanlardan, üzerinde yaşananlardan… 

 Dünya hırsın hala sönmedi mi? İçindeki yangınlara cevap ver. Ayakların acıyor değil mi içine doğru yürüdükçe? Daha fazla daha fazla diye yaşamın tüm renklerine kör olan gözün, şimdi bir pencere kenarından dışarıyı izliyor. Üstelik şimdi herkes aynı pencereden izliyor dünyayı. Kiminin çerçevesi ahşap, kimin plastik, kiminin ki yıkık dökük. Fakat herkes aynı pencereden bakıyor. İçerideyiz dışarıyı seyrediyoruz. Mutlu günlerin hayalini kurarak. Kalabalıkların arasında kaybolmayı düşlüyoruz. Şeffafça baktığımız benliğimizden kaçmayı planlıyoruz. Ölüm şah damarlarımızdan daha yakındı birden hatırlıyoruz. Fakat hemen tekrar unutmak ve dışarı çıkmak istiyoruz. Bir an önce kendimizi lüks mekânlarda yüksek rakamlarla ödediğimiz hesapları öderken bulmak istiyoruz. Çünkü kendi içimizde kurduğumuz şeffaf masanın hesabı daha ağır geliyor kalbimize…
 
 Vesselam…
 

Yazarın Diğer Yazıları