Enes Tarım

Uyursak ölürüz

Enes Tarım

“En büyük esaret, tutsak olduğu halde kendini özgür hissetmektir…”

Bu yüzyıl onların yüzyılıydı… 

Geçtiğimiz yüzyıl ve öncekileri gibi.

Güçlü, hâkim ve dayatmacılar.

Ve bizler bir o kadar zayıfız…

Onlar sahiplerimiz, efendilerimiz… 

Kıtalarımıza gemilerle gelerek, ateşli silahlarla egemen oldular. 

Teni siyah olanlarımızı zorla, zincirlerle bağlayarak işkencelerle köleleştirdiler 

Ve itaat etmeyenleri gözlerini kıpmadan öldürdüler.

Kendileri gibi beyaz olan bizleri ise zihinlerimize, iradelerimize ve düşüncelerimize hükmederek kişiliksiz, silik hayatlara mahkûm ettiler.

Egemenlik alanı olarak belirledikleri tüm bölgelerin yer altı, yerüstü ve insan kaynaklarını istedikleri gibi sömürüp sahiplendiler.
*** 

Artık her şeye onlar karar veriyorlar. 

Karşı koyacak, anti tezler sunacak, mücadele edecek, gücümüz, takatimiz maalesef yok artık.

Nasıl yönetileceğimizin şiddet yoluyla dayatıldığı bir zaman dilimindeyiz. 

Evrensel normlar, insan hak ve hürriyetleri gibi cazibeli kelimelerle baskıcı, sömürgeci ve kolonyalist sistemlerini süslüyor; alternatifsiz tek sistem olarak hedef sömürge alanlarına dayatıyorlar.

Sundukları emperyal sistem dışında farklı bir yöne meyletme bir yana, düşünme şansımız dahi yok. 

Kendi kendimizi yönetemiyor, idare sistemimizi seçemiyor, bir siyasi irade belirleyemiyoruz.

Dilleriyle konuşuyor, uygarlık ve kültürleriyle yetişiyor, çocuklarımızı medeniyetlerinin korunması için asker olarak hazırlıyoruz. 

Sömürgeleştirdikleri her yerde kendileri gibi olanları bulup yönetime getirdiler. 

Sahipleri kadar olmasa da, onlar da en az efendileri kadar sert ve acımasızlar.

En büyük güçleri aslında, içimizdeki birbirimize olan kini, nefreti keşfetmeleriydi.

Bir araya gelememe, ortak alanlarda yaşayamama ve ötekini yok etme güdüsü sarıp sarmalamıştı hepimizi.

Irklarla övünmek, mezhep, cemaat, tarikat ve partilerle bölük pörçük olmak, kendi içimizde birbirimizle savaşmak ve dağıtmak karakterimizdi bizim.

O yüzden yalnız, umarsız, zayıf, küçük ve güçsüzüz biz…
***

İtaatte kusur etmemeye çalışıyor, dayattıkları seküler sistemleri içselleştiriyor, ortak projeler geliştirdikleri kralları dualar eşliğinde seçiyoruz.

Firavunları Allah’ın yeryüzündeki halifeleri gibi görüyor, onlara itaatın Allah’a itaat olduğunu vurgulayıp küfür önderlerine dualar edip duruyoruz. 

Modern şirk sistemlerinin yeni yüzyılın en eşitlikçi, adaletçi seçim sistemleri adı altında bünyemize adapte edilmeye çalışıldığı, zorla ihraç edildiği dönemlerde yaşıyoruz. 

Başka ne yapabiliriz ki?

Zayıf ve güçsüzüz; itiraz edecek mecalimiz yok.

Bizi içimizden sahte liderlerle avlıyor, seçtiriyor sonrada tüm kaynaklarımızı beraber sömürüyorlar.

Yaşadığımız din artık mevcut yapısı ve öğretileri ile hiç birimize hak, adalet ve özgürlük vadetmiyor. 

Ve bu hali ile Hz Muhammed sav in tebliğ ettiği tevhid dini öğretilerinin çok uzağındayız. 

İman ettiklerimiz Mekke müşriklerinin uyarıldığı, ikaz edildiği, cehennemle korkutulduğu cahiliye dinine o kadar benziyor ki.

Artık sadece ibadete tekabül etmeyen bir takım ritüellerden, ezberlerden, tesbih tıkırtılarından, kuru lafızlardan, sahte dindarlık dolu gösterişlerden ibaret, tapındıklarımız… 

O kutlu rasulle beraber Mekke sokaklarında çöl kumlarında yürürken çıplak ayaklarla tüm yeryüzü tağutlarına ”La ilahe” diyen özgürlük nesli değiliz.

Hayata tutunmaya çalıştığımız tüm coğrafyalar Arap yarımadası da dahil tüm dünya halkları batıl dinlerin tasallutu altında.

Ve bizler maalesef artık sorgulamıyoruz; ikna olduk.

İslam’ın tüm batıl dinleri/ tağutları reddettiği inancı nezdimizde sadece bir fanteziden ibaret.

Ve maalesef bu yüzyıl da, aynı geçen yüzyıllar gibi onların yüzyılıydı.

Merhum, Süleyman Çelebi bir beytinde:

“Ümmetimdür kaygum-u gussam hemin

Yimezem ümmetten ayruğun gamın…”der.

Merhumun bu beyti Hz Ali den nakledilen bir rivayette, Efendimiz sav in:
”Hüzün ayrılmaz arkadaşımdır, gam ve kederim ise ümmetime yöneliktir” sözlerine binaen kaleme aldığı anlatılır.

Tüm bu halimize rağmen, Efendimiz sav in asırlar öncesi, günümüz ümmetine olan hüznünün, gam ve kederinin en küçük zerresi dahi bizde yok maalesef.

Kendi halimizi anlamaktan, yaşadıklarımıza hüzünlenmekten, kederlenmekten dahi beriyiz…

Asırlardır derin uykularda uyuyor; her asırda vücudumuzu sağa sola dönüp tekrar uyumaya devam ediyoruz.

Umudumuz Ashabı Kehf in uyanışı gibi bir uyanışla bir gün uyanmak. Ama heyhat…

Derin uykulara dalanlar bir daha uyanamazlar…

Selam ve dua ile…

Yazarın Diğer Yazıları