Enes Tarım

MUHAMMED BZEEK'İN HİKÂYESİ

Enes Tarım

Muhammed Bzeek’in hikayesini okuduğumda çok etkilendim ve gayriihtiyari:” İşte bu!” dediğimi hatırlıyorum.

Okuduğunuzda aynı tepkiyi sizn de vereceğinize eminim.

Çünkü onun hikâyesi çok farklı ve gönül dünyanızı titretiyor, içinizi geleceğe yönelik sevgi ve ümitle dolduruyor…

***

1978 yılında eğitim için memleketi Libya’dan ABD’ye gelen Bzeek, 1989 yılından bu yana aileleri tarafından terkedilmiş, ölmek üzere olan çocuklara kol kanat geriyor.

Şimdiye kadar 80 çocuğa bakmış ve bu çocuklardan 10 tanesini kaybetmiş.

Los Angeles’ta yaşadığı evde 7 gün 24 saat bu çocuklara bakan Bzeek’in sıra dışı hayatı, Trump’ın aralarında Libya’nın da olduğu 7 ülkeye ABD’ye giriş yasağı koymasından bir gün sonra ortaya çıktı.

28 yıl boyunca kendi halinde yaşayan, çevresindekilere yaptığı iyiliklerden bahsetmeyen Bzeek, gözler üzerine çevrildiğinde şaşırmış.

Amacı ünlü olmak ya da bir yardım kampanyasının bilinen yüzü olarak öne çıkarılmak değil, aksine bütün Batılı değerlerin ve algıların ortasında “Bu bir İslam davası” diyerek yaptığı yardımlarla bir ömür sürmüş.

Baktığı çocukların ne dinine ne diline ne ten rengine bakıyor.

Amerikalılar da dâhil herkes şaşırıyor bu hikâyeyi duyduğunda, kimse böyle bir şeyin olabileceğini düşünmüyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “Uluslararası İyilik Ödülü” verdiği Bzeek, 1989’yılında eşi ile beraber hastanelerde yardıma muhtaç ve yalnız çok sayıda çocuk olduğunu görüyor.

İstanbul’da verdiği röportajda şöyle anlatıyor:

“Çok fazla çocuk ilgiye muhtaç durumdaydı ve biz bu işin neresinden tutabileceğimizi düşündük. Uyuşturucu kullanan, alkol kullanan, çocukları bu koşullar altında doğan insanlar var. Onların doğuştan rahatsız ya da sonradan ölümcül hastalıklara yakalanan çocukları ya hastanelere bırakılıyor ya da devlet çocuklara sahip çıkıyor. Bir bebek doğduktan sonra birkaç ay geçince, onların velileri bu çocuklara bakamayacağını anlıyor. Zaten uyuşturucu ve alkol kullanan annelerin çocuklarında bir takım hastalıklar gelişiyor, bunların bir kısmı da ölümcül oluyor. Bebeğin durumu birkaç ay sonra anlaşılıyor. Bekâr anneler, çok genç yaştalar, işleri yok, kendilerine yardım eden bir aileleri yok, çoğunlukla bebeğin babası belli değil, bebekte ölümcül hastalıklar da ortaya çıkınca hastanelere bırakıyorlar. Çocukla ilgilenecek durumda değiller.

Sadece evlilik dışı ilişkilerin çocukları terkedilmiyor. Normal aileler de hasta, ölümcül durumdaki çocuklarını bakamayacaklarını düşündükleri için hastaneye bırakabiliyorlar.

Benim hikâyem çıktığında Amerikalılar inanmadı. “Bir Müslüman ölmek üzere olan çocuklara yıllardır bakıyor ve çocuklar Müslüman değil, öyle mi?” diyorlardı. Çok sıra dışı bir karşılaşmaydı onlar için. Hikâyemi okuyanların birçoğunun İslam’la ilgili fikri değişti. “Daha önce böyle bir şeyi bir Müslümanın yapabileceğine inanmıyorduk” dediler. Benim hikâyem Amerikalıların bile istemediği çocukları kuşatan bir hikâyeydi, bu yüzden fikirleri değişti. Yaşadıklarım LA Times’da yayınlanmadan iki gün önce yedi tane ülkenin Amerika’ya girişi Trump tarafından yasaklandı. Bir tanesi de benim ülkem, Libya. Birçok Hollywood yıldızı, Trump’ı “Git ve Muhammed’in hikâyesini oku” diye eleştirdi.

Benim kız kardeşim Libya’da iç savaş nedeniyle kimsesiz kalan çocuklar için çalışıyor. 2012’de Libya Yetim Organizasyonu’nu kurdu. Onlar altı yüzden fazla yetim çocuğa bakıyor. İkimiz de batının sahipsiz bıraktığı çocuklara sahip çıkıyoruz farklı coğrafyalarda.

Benim bu işe başlamam şöyle oldu:

Üç tane siyah çocuk vardı. Uyuşturucu kullanan bir annenin çocuklarıydı. Anneleri hamileyken uyuşturucu kullanıyordu. Bir tanesi hamilelikte uyuşturucu kullanımından kaynaklanan sorunlar yüzünden hastaydı. Bağışıklık sistemi yoktu. Göbek bağı çok kısaydı, ağızdan yemek yiyemiyordu. Çocuklardan birini babaannesi aldı, Las Vegas’ta yaşıyor ve beni hâlâ arıyor. Doğuştan hasta olan üçüncü çocuksa 8 yıl yaşadı, 1994’de öldü. Ben bu işe karım sayesinde girdim. Onun ailesinde de evlatlık almak alışkanlığı vardı. Onunla beraber böyle bir işe girdik.

Bu çocukların eve, anne ve babaya ihtiyacı vardı. Anne ve baba demeye ihtiyacı vardı. Bir insanın onları her an sevmesine ihtiyaçları vardı. 29 yıldır bunun için uğraşıyorum. Bu çocukların bir ev, bir aile sahibi olması için. İlk kaybettiğim çocuğa üç gün ağladım. Benim evim sadece ölmek üzere olan çocuklara açık. Çünkü en çok onların bir eve ihtiyacı var. Kaliforniya hükümetinden ölmek üzere olan çocuklarla ilgilenme lisansım var. Sadece benim evimde ölümcül hasta ve ölmek üzere olan çocuklara bakılıyor. 1989’dan bu yana 80 çocuk evime geldi. 10 tanesi vefat etti.

Bu benim kaderim. Bir insan olarak ne yapabiliyorsam, limitimin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Elimden gelenin en iyisini yapıyorum, gerisi Allah’a kalmış. Ama ilk çocuğumu kaybettiğimde üç gün aralıksız ağladım. Bütün çocuklarımı biyolojik çocuğum olarak gördüm. Hepsine öz çocuğum gibi bakıyorum. Ölenlerin hepsinin mezarına gidiyorum. Başka ailelere giden çocuklarımı da özlüyorum.

Bu benim 7 gün 24 saat işim. Hiç izin yok. 2010 yılından beri bir gün evin dışında bir yere gitmedim. Buraya gelirken, özel bir hastaneye teslim ettim çocuklarımı. Biyolojik çocuğumun da kırılgan kemik sendromu var. Yürüyemiyor. Evin içinde kaykayla geziyor. Bedensel olarak diğer çocuklardan çok daha küçük. 20 yaşında ama üç yaşında bir çocuğun bedenine sahip. Zekâsı yerinde. Diğer baktığım çocuk, bir kız. 7 yaşında. Ölümcül hasta. 6 aylıktan beri bakıyorum ona. Görmüyor, duymuyor ve konuşamıyor. Annesi onu hastaneye bırakmıştı. Beyni de çok küçük. Gelişimi yok. Sürekli krize giriyor. Nefes alamıyor. Günde dört ya da beş kez nöbet geçiriyor. 4 makineye bağlı. Annesi alkolik ve akli sorunları var. Üç tane daha çocuğu var, üçü de farklı adamdan…

Amerika’da birçok insan “Allah niye böyle insan yaratıyor” diye soruyor. Ben de “Allah’ın hepimizi yaratmak için bir nedeni var” diyorum. Dolayısıyla onların yaratılmış olmasının da bir sebebi var. İnsan olarak bunu asla anlayamayız, bizim küçük dünyamız, akli sınırlarımız buna yetmez. Allah asla sebepsiz bir şeyi yaratmaz, belki onun yaratılma sebebi hoşumuza gitmez ama Müslümanlar bunu sorgulamayız. Onun yarattığı her şeyi kabullenir ve teşekkür ederiz. Amerikalılar Müslümanları hiç anlayamıyor. Benim parmağım kesilse, “Elhamdülillah” diyorum, “Deli misin sen? Niye böyle diyorsun” diyorlar. Şükrediyorum ki, elim gitmedi. Müslümanlar için her şey şükür vesilesi.

Kör, dilsiz ve sağır bir kıza da bakıyorum. Göremiyor, duyamıyor, onunla sadece kucağına alarak, dokunarak iletişim kuruyorsun. Onun bir ruhu var. Ben sürekli onunla iletişim kuruyorum, normalmiş gibi konuşuyorum. Ben bunu yapınca, ruhuna ulaştığıma inanıyorum. Onu seven, onu hayatta tutan birileri var. Sağır olmasına rağmen benim sesimin titreşimlerini hissediyor. En azından nefesimi hissediyor. Ve bunu anladığı zaman gülümsemeye başlıyor.

Birçok insan “Senin hikâyeni duyunca ağlıyoruz” diyor. Yaptığım şeyi çok seviyorum, çocukları çok seviyorum. Bu benim insan yanım, bu benim görevim. Dini, dili, ırkı, rengi ülkeyi düşünmeden, karşımdakini yalnızca insan olarak görerek yardım etmeye çalışıyorum. Allah’a binlerce kere şükürler olsun ki, beni bu işi yapmam için seçti. Çocuklarla ilgilenebilme şansı verdiği için Allah’a şükrediyorum. Biz insanız. Bize gelen merhamet Allah’tan. İnsanlığımızı kaybettiğimize dair çok umutsuz batılılar. Benim hikâyem onlara bunun böyle olmadığı hatırlattı. Fakat bu bir İslam hikâyesi. Bu bir İslam davası. Bizim davamız insanlara ne anlattığımızın davası değil, ne yaptığımızın davası. Bu hikâye, İslam’ın ve Müslümanlığın gerçek rengini gösterdi. Bizim hikâyemiz bizim dinimiz inancımız sevgidir. İçten bir istekle ve tutkuyla bağlanılır. Gerçek İslam kimin ne olduğuna bakmadan kimin yardıma ihtiyacı varsa, ona odaklanmamızı sağlar. Müslümanları bilmeyen birçok insan İslam yüzünden savaşların başladığını düşünüyor. Benim hikâyem çıktığında, ABD’de insanlar Müslümanlara bir kez daha bakmak zorunda kaldı. Hatta bir ateist yazar “İnşallah Allah vardır ve seni bu yaptıkların için ödüllendirir” dedi…

Selam ve dua ile…

Yazarın Diğer Yazıları