Enes Tarım

BUGÜN GÜNLERDEN HUSEYN

Enes Tarım

“Dinsel inançlara sığınmadıkça insan, kötülüğü büyük bir zevkle ve acımasızca asla yapamaz…”  Pascal

Babası meşhur Muaviye, annesi ise Kelb kabilesinden Meysun idi.

Şam’da 647 de doğdu.

Efendimiz (sav)’ in vefatından 15 yıl sonra.

Hamdolsun Sultanımız onun o uğursuz yüzünü görmedi.

O zaman Osman halifeydi.

Annesi Meysun, evlendikten bir süre sonra şehir hayatına alışamadığından ya da Muaviye onu istemediğinden çöl hayatına geri döndü.

Kelb kabilesi Hristiyan’dı.

Yakubi mezhebini benimsemişlerdi.

Bu kabile sonradan Müslüman olsa da, hem çöl geleneklerini, hem de Hıristiyanlık izlerini taşımaya devam etti.

Meysun’da vaktinin çoğunu oğlu Yezid’le beraber kabilesi ile geçirirdi.

***
Yezid’in çölde geçen hayatı hakkında çok şey bilmiyoruz.

Bu döneme bazı tarihçiler, Muaviye Yezid’i çöl eğitimi alsın diye gönderdi diyerek anlam katmaya çalışırlar. Ömründe savaşmamış ve kılıç sallamamış biri olmasına rağmen.

Yine onun çölde yaşadığı için şair ruhlu olduğunu, musiki ve güzel konuşma sanatlarını da öğrendiğini söylerler.

Sanırsınız ki çöller bir sürü üniversitenin olduğu, her tarafın öğretim üyeleriyle kaynadığı denizlerle dolu, en fasih Arapçanın konuşulduğu yer.

Oysa Yezid’in öğrendiği şeyler belliydi.

İçki içmek, avcılık ve çölde yaşayanların hep yaptığı gibi doğaçlama uydurma şiirler okumak! (1)

 ***
Muaviye’nin diğer eşinden olan oğlundan biri küçük yaşta ölmüştü ve öbürü de doğuştan geri zekâlıydı.

Bu yüzden Yezid’i çölden getirtti ve saray eğitimine aldı.

Bu andan itibaren tarihçiler Yezid’i övmeye başlar ve onun Kuran’ı küçük yaşta öğrendiğini, İslam terbiyesi ile yetiştirildiğini anlatır dururlar.
Oysa Yezid’in etkilendiği insanlar bellidir.

Bunlar göğsünde haç ile sarayda dolaşan saray danışmanları Hıristiyan Sercun ve Ahtal’dır. (2)

***
Yezid’in seviyesiz yaşamı ve ahlaksızlığı herkesçe bilindiğinden; Muaviye yerine geçmesi için onu allayıp pullamaya çalışıyordu.
Ve neticede Muaviye; kimi zaman tehdit, kimi zaman rüşvet ile Yezid’e biat almıştır.

İlahiyatçıların ise “İslam’da halifenin oğlunu yerine seçmesinde engel yoktur!” diyecek kadar yürekleri kirlidir. 

Oysa o dönem herkes bilmekte idi ki, Yezid’ de aklınıza gelebilecek her türlü pislik mevcuttu.

İçki, kadın, peygamber soyuna hakaret…  Kısaca aklınıza ne gelirse... (3)

***
Muaviye öldükten sonra Şam valisi Dahhak bin Kays cenaze namazını kıldırdı. Yezid halkı camide topladı ve bir konuşma yaptı:

‘…Ben ondan (Muaviye) sonra idarenin başına geçtim. Maksadımı elde etmek uğrunda hiç bir sıkıntıdan dolayı üzülmem. Bilmediğim bir şeyi yaptığım zaman sizden özür dilemem. Zaten bilmediğim bir şeyi bundan sonra öğrenecekte değilim. Bana karşı dikkatli olun. Çünkü Allah’ın dilediği şey gerçekleşir…’ 

Bu dönem Ona tabi olan, yalakalık yapanlar ganimetten ve yıllık atiyelerken meydana gelen muazzam servetler yapmışlardı. Din kimsenin umurunda değildi.  Daha çok mal için, lüks içinde yaşamak için insanlar köleleştiriliyor ve altın her şeyden önce geliyordu…

***
Yezid, kendisine biat etmeyen Hüseyin için Medine valisi Velid bin Utbe bin Ebu Sufyan’a iki mektup yazdı. Biri açıktan diğeri sadece Velid’in okuyacağı iki mektup.

İlkinde Muaviye’nin öldüğü haberi vardı. Diğerinde ise şöyle yazıyordu: “ Yazım sana gelince, Hüseyin bin Ali’nin bana biat etmesini sağla. Şayet biat etmekten kaçınırsa, boynunu vur. Başını bana gönder. Halkında biatını al. Biattan kaçanlar hakkında ise hükmü yerine getir.” 

Velid, Yezid’in yazısını okuduktan sonra, Hüseyin’i Yezid’e biata davet etti.

Hüseyin: “… Halkı biata çağırdığınızda bizi de çağırırsınız…” dedi. Bu sözler üzerine Velid bin Utbe, onun gitmesine izin verdi.

Ve kısa bir süre sonra İbn Zübeyr’le Hüseyin, bütün aile efradını toplayarak Medine’den ayrıldı.

Hüseyin’in yakınlarından sadece kardeşi Muhammed bin Hanefiyye bu yolculuğa çıkmadı.

Mekke’ye ulaşan Hüseyin, amcası Abbas’ın evine misafir oldu.  (4)

***
Hüseyin Mekke’ye geldi gelmesine ama babasına ve abisine kurulan tuzağın aynısı ona da kurulmaya başlamıştı bile.

Kufe’liler onu çağırarak destekleyeceklerini söyleyeceklerdi.

Bu alçakça planın arkasında Yezid’in ta kendisi vardı ve O da babasının yolundan gidiyor;  insanlık tarihine kara leke olarak düşecek olayların altına imzasını atıyordu. 

Kufeliler Yezid’in teşviki ile Hüseyin’e yazdıkları mektuplarda biat edeceklerini, mescide gitmediklerini, valinin arkasında namaz kılmadıklarını söylüyor;  Kufe’ ye geldiği takdirde valiyi şehirden uzaklaştıracaklarını ifade ediyorlardı.
Hüseyin önce amcaoğlu Müslim bin Akil’i Kufe’ye gönderdi. Müslim, sözde Kufe’lilerin sözlerinde samimi olup olmadıklarını öğrenecekti. Basra’daki taraftarlarına da azadlısı Selman ile mektup gönderdi.
Kufe’ye ulaşan Müslim, Muhtar bin Ebi Ubeyd’in evine misafir oldu. Hz Hüseyin’e yardımcı olmayı vaad edenler Müslim bin Akil’e onun adına biat ediyorlardı.

***
Yezidin valisi Ubeydullah, başına siyah bir örtü örterek Kufe’ye girdi ve derhal halkın mescitte toplanmasını emretti.

Sığındığı evde teslim olarak sarayın damına çıkartılan Müslim bin Akil’in başı kesildi ve kesik baş Yezid’e gönderildi.

Ve hala Kufe’liler Hüseyin’e yardım edeceklerin tekrar edip duruyorlardı. 

Katliamın sorumlularının soyu daha sonra yüzlerce yıl dövünüp, ağlayarak her yıl yas tutacaklardı.

Aslında bu yas törenleri ve ağlayış, yüzyıllar önce Hz Peygamberin torununu kandırarak Kufe’ye getirdikleri, o mübarek ehlibeyti Yezid’in itlerinin önüne parçalanmaya attıkları içindir. 

Hüseyin daha önceden katliam yeri olarak planlanan Kerbela’ya getirilmiştir.

Sıra katliamdadır.

***
Durumun vahametini anlayan Hüseyin yanındakilere dönerek, isteyenin ayrılabileceğini, çünkü Kufe’de şartların aleyhlerine geliştiğini söyledi.

Bu sözleri üzerine yolda kafileye katılanlar ayrıldılar.

Dolayısıyla Mekke’den Hz Hüseyin’le birlikte yola çıkanların oluşturduğu az bir grup kaldı.
Kerbela katliamı 680 yılı Muharrem ayının onunda oldu.

Sonrasını tarih yazıcılarından dinleyelim:
“Ömer bin Sad’ın sancağıyla geçip, ilk oku atması üzerine savaş başladı. Hüseyin taraftarlarından 72 kişi teker teker öldürüldü.

Hüseyin’in başı Sinan bin Enes tarafından kesildi.

Çatışma insanlık adına utanılacak manzaralara sahne oldu...”

Hüseyin ve taraftarları öldürüldükten sonra başları gövdelerinden ayrılarak, vücutları soyuldu ve bir takım hakaretlere maruz bırakıldılar.
Yezid ordusu ganimet için çadırlara hücum etti. Ordu bir yandan çadırları yağmalıyor, bir yandan da esir aldıkları kadınları zincirliyordu.

Ömer bin Sad kendi askerlerini gömdürdü ama Hüseyin taraftarı ölüleri bir araya toplatıp atlara çiğnetti.

Esir ehli beyt mensupları sabaha kadar bekletildi.
Yezid ordusu çekildikten sonra Beni Esed isimli kabile mensupları ehli beyt şehitlerini defnettiler.

Ömer Hüseyin’in başını Ubeydullah’a getirdi.

Zincirlenmiş esirler ya çıplak develere bindirildiler ya da zincirli bir şekilde yürütüldüler.

Hüseyin’in başı dışındaki diğer Kerbela şehitlerinin başları mızraklara takılarak Kufe şehrine öyle girildi…
Yezid, Hüseyin’in kesilmiş başı önüne getirildiğinde, bir yandan elindeki değnekle onun gözlerini, dişlerini kurcalıyor, bir yandan da şöyle diyordu: 

“Hüseyin, kendisinin benden, babasının da benim babamdan üstün olduğunu iddia ediyordu. Allah, bizim onlardan üstün olduğumuzu gösterdi…” (5)

***

Bilinmelidir ki, tüm bu zülüm dolu yaşanmışlıklar hep Emevi İslamcılığının İslam Tarihine armağanıdır.

Zulümde babası Muaviye’yi fersahlarca geçen Yezid; iktidarı boyunca Müslümanların tüm kutsallarını yok ederek İslam hilafetini bitirip İslam krallığı yolunu açtı.

Ondan sonra gelen İslam kralları tarih boyu –bazı istisnalarla beraber-onun yolunu ve terbiye metodunu benimseyerek İslam topraklarını krallıklarla, gayri İslami yönetmeye devam etti.

Bugün Muaviye ve Yezid’i övmek için neredeyse tüm İslam dünyası söz birliği etmiş gibi.

İslam tarihi kitapları baştan sona onları korumak, her Yezid aleyhine sözü: “Bu sahabeye ve tabiuna saldırıdır,  kabul edemeyiz” demek, her Muaviye ve Yezid yanlısı uyduruk rivayeti tüm saçmalığına rağmen tasdik etmek için yarışıp durmakta.

Belki Muaviye ve Yezid zalimine toz kondurmayan ilahiyatçılar da haklı. Neden derseniz, Peygamber sav in vefatından sonra ilmik ilmik işlenerek dört halife döneminin sonunda kurulan yeni Krallık sistemin kurucu unsuru bu isimler!

***
Bu yeni düzende, ilk dört halife yönetiminden bu yana piramitin en tepesinde adını ister kral, ister diktatör, ister şah koyun tek kanun koyucu oturur.

Devlet onundur.

O ne isterse olur.
Piramidin bir alt halkasını ise kralın yalakaları oluşturur.

Sürekli kralın gözüne girmeye ve mevki kapmaya çalışırlar.

Kralı sürekli över, ne derse yapar ve ikinci sınıf olan halkın algı operasyonları ile krala kölelik yapmasını sağlarlar.

Devlet kutsaldır, din kutsaldır ve kralla beraber onun ailesi ve avanesi de kutsaldır.
Din adamları, cemaat ya da tarikat liderleri, kabile reisleri ve kanaat önderleri vasıtası ile krala itaat Allah’a itaat gibi gösterilerek bu sunum Kuran’dan sünnetten ya da geçmiş seleften örneklerle İLAHİ bir görev olarak gösterilir.

Kralı eleştirmek dinen suç ve büyük günahtır.

Böylece babadan oğula biteviye Krallık sistemin devamı sağlanır.
Onlar sürekli sürekli şunu söyler: “ Bana karşı çıkarsanız devlet yıkılır. Benim sayemde hayatınız düzen içinde.  Din benim sayemde elden gitmiyor. Karşı çıkarsanız anarşi çıkar ve din düşmanları iktidarı ele geçirir. Bana karşı olanlar İslam düşmanlarıdır…”

***
İşte yukarıda tanımladığımız durumun mimarı Muaviye ile oğlu Yezid ve onların kurdukları “Ortodoks İslamı” dır.

Adına kimi yerde Sünnilik, kimi yerde de Şiilik denen muhafazakâr, seküler bir İslam Krallığı sistemi…

Ve İslam dünyası bu mezhebini din edinen inanç sistemlerinden kurtulmadıkça iflah olmayacak, kendi toplumsal devrimlerini yapamayacak, mezhep savaşları, işkence ve zulümden kurtulamayacaktır.

Yüzyıllar boyu birer seküler ucube olan sömürü düzenlerinde, İslam Krallıkları çöplüklerinde yaşarken; kendilerini İslam devletinde yaşıyor zannederek daha yüzlerce yıl uyuyup duracaktır…

Selam ve dua ile…

Kaynaklar:

(1)(İbn Abdirabbih, 2,480; İslam Tarihi, 2,396)

(2) ( Taberi, IV, 258)

(3)(Yakubi, 2,128; Mesudi, Muruc, 3,77)

(4)(Taberi, 4,252-253; İbnü’l Esir, Kamil, 4,17)

(5)( Taberi, 4,348; İbnü’l Esir, Kamil, 4,79)

Yazarın Diğer Yazıları