Altan Murat Ünal

Modernleşme ve ailenin çözülüşü

Altan Murat Ünal

“Topraktır toprağın üstündeki her şey,
Toprakla kavgalı olunur mu hiç?”

Derin bir aile krizi yaşanmaktadır kuşkusuz. Toplumun, uygarlığın temel taşı olan aileyi bir arada tutmak kolay değil artık. Aileyi bir yarar zarar ilişkisi açısından ele alan, çıkarlarına uygun olduğu takdirde ona önem veren, çıkarlarıyla çatıştığı zaman da onu yük olarak gören ileri sanayi toplumları için bu durum doğal ve kaçınılmaz sayılabilir. Kutsalı kalmamıştır çünkü onların. İyi de, Müslüman toplumlarda aile krizinin baş göstermesine, ailelerde kopan fırtınalara ne demek gerek?

Öyle bir fırtına ki… Zamana teslim olan, bozulan, yozlaşan, sekülerleşen aile… Evlilik oranındaki düşüşler, boşanmaların artışı, ailedeki rollerin farklılaşması… Şiddet, taciz, cinayet…

Annesi, babası çalışıp da eve geç saatlere kadar gelmedikleri için kreşlere hapsedilen çocuklar…  Hep annesinin, babasının özlemini çeken, hayallerinde onlarla kucaklaşan, onlarla oyun oynayan,  ama hayalleri sona erdiğinde kendi kendini tırmalayan, hırçınlaşan çocuklar… Sevgiden, ilgiden yoksun yetişen çocuklar…

Hor görülen, itilen, kakılan; camilerin avlularından, parklardan başka dinlenecek yer bulamayan soluk yüzlü, donuk bakışlı, bir o kadar da ürkek yaşlılar… Yorgunluktan bitap düştükleri için merdivenlerin beton basamaklarına oturup zorla tutabildikleri bastonlarına yaslanarak uyuya kalanlar… Evde yer kalmadığı bahanesiyle huzur evlerine gönderilen dedeler, nineler… Kendi ateşlerine odun taşıyanların yüzünden kar beyaz sakallarıyla eşikten eşiğe savrulanlar…

Kendilerini ve ailelerini yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyamayan, anneler, babalar… Bir hayat okulu olması gereken aileyi, sınırsız özgürlüğün önünde engel olarak görenler… Eşyaya, insanlara, olaylara yalnızca büyülendikleri pencereden bakanlar… Koltukların, halıların, yatakların kirlenmemesi için misafir kabul etmeyenler… Akrabalarını, komşularını umursamayanlar… Ömrün emanet edildiğinin, her anın kazanıldığının ya da kaybedildiğinin farkında olmayanlar…

Darmadağın aile… Güvensizlik, huzursuzluk… Bir yük olarak görülen evlilik… Aynı evde yaşayan ama sevgiden, muhabbet ortamından uzak, birbirine yabancılaşmış insanlar… Modern pagan kültürün yanıltıcı ışıltılarıyla, görüntüleriyle avunanlar, oyalananlar… Hayâ duygusunun, mahremiyet bilincinin tükenmeye yüz tuttuğu… Bebeğin yerini köpeğin, evin yerini pansiyonun, nikâhın yerini birlikteliğin, hayrın yerini hazzın aldığı…

Hiç kimse kendinden başkasını düşünmez bu tür ailelerde. Evin annesi elinde televizyon kumandasıyla izlediği dizi filmin başlamasını sabırsızlıkla beklerken evin babası diğer odadaki televizyonda başka bir programın peşindedir. Evin çocuğu odasının kapısını kilitler, ya bilgisayarıyla uğraşır ya da oyuncaklarıyla oynar. Anne, baba sevgisinden mahrum yetiştikleri için oyuncaklarından merhamet bekleyen, davranışları bozulan çocuklar… Oyuncakların oyuncağı haline gelen çocuklar…

Oyuncakları değişti çocukların. Oyuncak deyip geçmemek gerek. İnce ayarlar verilerek çocuklara dayatılan; onları toplumdan soyutlayan, yalnızlaştıran, ailesine dahi yabancılaştıran oyuncaklar… Düşünmeyi, üretmeyi engelleyen, belli kalıpların dışına çıkarmayan oyuncaklar…

Her yandan kuşatılmış aile… Eşiyle, işiyle, komşularıyla, dostlarıyla kavga halindeki insanlar... Kibir, kıskançlık, gösteriş... Hep sorun üreten… Kırılan kalpleri umursamayan…  Ortak bir paydada buluşamayan… Kendileriyle barışık olmayanların başkalarıyla güzel geçinmesi mümkün mü?

Farklı bir dönemden geçilmektedir kuşkusuz.  İdeallerin aşındığı; inançta, düşüncede, pratik hayatta sınırsız esnekliğin yaygınlaştığı zamanlar… Bu esneklikle birlikte ailenin erozyona uğradığı… Uzun vadeli erdemlerden uzaklaşılarak dünyalık beklentilerin peşine düşüldüğü… Yabancılaşmanın, çözülmenin, bozulmanın, çürümenin farkına bile varılamadığı… Birbiriyle bağdaşmaz gibi düşünülen zıtlıkların harmanlandığı…

Bütün olup bitenleri yalnızca batılılaşmaya, moderniteye, yapay zekâya, sosyal medyaya, telefon ya da televizyona bağlamak kolaycılık olacaktır. Toplumda yaşayan herkes bu olumsuzluklardan sorumludur. Göze takılanlar buz dağının görünen kısmıdır yalnızca. Ailelerdeki helezonik çözülüş bu hızla devam ederse eğer çözülüşün sonu çöküş olacaktır kuşkusuz. Hayat boşluk kabul etmez çünkü. Yaşanan bu değişimin olumlu sürece evrilmesi gerek.

Güçlü bir çağrıya ihtiyaç var. Bir merhamet çağrısına… Ailelerin çözülüşünü durdurmak için… Mutlu bir aile, huzurlu bir yuva için… Bir merhamet toplumu inşa etmek ve bütün dünyaya merhamet kanatları germek için… Özlemi duyulan güzel bir dünya için… İnancın, umudun, sevincin artması için.

Maddi refah ve modernleşme ile batılı toplumlar aile kurumunu yitirmek üzeredir. Tüm modern paradigmalar alt üst olmuş, sosyal denge bozulmuştur. Sosyal denge sağlam aile üzerinde kurulabilir ancak. Ailede düzen, saygı, sevgi kalmamışsa o toplum her türlü tehlikeyle karşı karşıyadır. Müslüman toplumların avantajı tüm zor koşullara rağmen geleneksel aile değerlerinin, kısmen de olsa, yaşıyor olmasıdır. Sorun, anne babaya “öf” demeyi günah kabul eden dinde değil, bu dinin mensubu olduklarını iddia edenlerin bu değerlere ne kadar sahip çıkacaklarında düğümlenmektedir. Değerlere sahip çıkılmayıp olup bitenlere seyirci kalındıkça aile kurumuyla ilgili yakınmalar daha da artacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları