Altan Murat Ünal

İnsanın asaletinin derecesi fıtrata yaklaştığı orandadır

Altan Murat Ünal

İnsanın kendini, evreni, kendi kökenini, içkin ve aşkın sorumluluklarını ve tüm bunlarla birlikte varoluşunun gayesini hatırlatmaya yönelik ilahi bir mesajdır İslam. Bu ilahi mesaj irdelendiğinde insanın iradesine büyük önem verildiği görülecektir. İnsanın yeryüzündeki varoluş hikâyesinin temelinde onun iradi bir varlık olduğu gerçeği yatmaktadır. İnsan böylece kendi iradesi ile hareket edebilen, dilediği yönü seçebilen, dilediği gibi karar verebilen bir varlıktır. Yani, otonomdur. İslam kültür ve medeniyetine bakıldığında insanın bu otonom varlığın ürünü olduğu hemen göze çarpar. Dünyanın bir konaklama ve iradelerin açıklanmasının yeri olması otonomiyi gerektirir kuşkusuz. İnsan, yaratılışta kendisine verilen erdemleri üzerinde taşıdığı sürece varoluş sırrına daha çok yaklaşacaktır. İnsanın asaletinin derecesi fıtrata yaklaştığı orandadır.     

İslam, sınırları oldukça geniş bir kavramdır aslında. O yalnızca aşkın evreni değil, içkin evreni de, dünyayı da içerir. Yalnızca manevi alanı değil, maddi alanı da düşünür. Yalnızca ölümü değil, hayatı da anlatır. Yalnızca görünmeyeni değil, görüneni de açıklar. Yalnızca bugüne değil, yarına da hitap eder. Kuşatıcı bir dindir İslam. Yalnızca inanç değil, bilgi, yaşantı ve varlık alanıdır; ama her şeyden önce İslam, insana sunulan ilahi bir varoluş programıdır.    

İnsan bu programa uyabildiği oranda varoluş ve benliğin sırlarını keşfedebilecektir. Varoluş sırrı insan bilgisinin, donanımının ve kavrama gücünün sınırlılığını ifade eder. Onun içindir ki, Kur'an'daki her ayetin anlaşılması iman etmenin bir koşulu olarak öne sürülemez. Her şey akıl ile açıklanabilseydi, o zaman, sır ya da sırlardan söz etmek mümkün olmayacaktı. Oysa "…Ben sizin bilmediklerinizi bilirim…" (Bakara, 30) uyarısından da anlaşılacağı gibi meleklerin dahi bilmedikleri bir varoluş sırrı söz konusudur. Dünyanın bir güvenlik ve selamet yeri olması için iyi iradelerin ortaya çıkması gerekir. İşte o zaman "Ben sizin bilmediklerinizi de bilirim."  sırrı iradi varlığın iyi eylemlerinin bir karşılığı olarak ortaya çıkabilir. 

İnsan özgür iradesi ile kendisine sunulan varoluş programına uygun hayat sürdüğü, yorumladığı ve ulaşabildiği doğruları başkalarına da aktardığı oranda iyidir ve o oranda teslim olmuş sayılır. Zira dünya hayatı insana verilmiş iyi bir fırsattır ve bir boş tablo gibidir. Kişi, kendi iradesiyle bu boş tabloyu dolduracaktır. Varoluş programına uyabildiği oranda "ben" bilinci ile donanacak; kendi benliğinin, özgürlüğünün farkına varacaktır. Yok olma endişesinden kurtularak varoluş duygusunun kendisine sunmuş olduğu imkânlardan yararlanacaktır. İslam, insanı yok eden değil, onu önemseyen ve temel değer olarak gören bir dindir. İnsanın kendi varlığının farkına varması iyi bir aşama kat ettiğini gösterir elbette. Bu, insandaki varoluş bilincini oluşturur. Bu varoluş bilinciyle birlikte insanın kendisi olmasının yolu açılır. İslam, insanın kendisi olmasının önünde ne kadar engel var ise tamamının ortadan kalkmasını ister. Zira insan, kendisi olmadıkça kendini bilemeyecek, kendini bilemedikçe de İslam’ın hedeflediği erdemlere ulaşamayacaktır.   

İman eden kimseden, koşullar ne olursa olsun, kendi iradesinden uzaklaşmaması, iradesini kaybetmemesi beklenir.  İradeyi kaybetmemek, köleleştirmemek, nesneleştirmemek, onun bunun oyuncağı haline getirmemek için her şey bir “red” karşı çıkışıyla başlar. Bu "Hayır, kabul etmiyorum. -la-" anlamına gelen red karşı çıkışı insanın özgürlüğünün bir ifadesidir aslında. İnsan bu temel bağlanışla birlikte ilk özgürleşme eyleminde bulunmuş olur. Bundan sonra insan elde etmiş olduğu bu özgürlüğü yitirmeyeceğine, hiçbir otorite karşısında boyun eğmeyeceğine, kendi benliğinden uzaklaşmayacağına, köleleşmeyeceğine ilişkin aşkın bir sözleşme içine girmiş olur. Bu sözleşme ile insan bir kişilik olmanın, aklına ve iradesine sahip çıkmanın mücadelesine başlar ve yeryüzünde yitip gitmekten, dünyanın sıradan bir parçası olmaktan kurtularak bir Müslüman benliğe ulaşmış olur. Kendini bilmeye ve tanımaya başlar böylece. Kamil bir insan olmak için gayret eder. Bu ise yalnızca bilgi olarak değil, ahlaken de olgunlaşmayı gerektirir. Olgun benlik o zaman ortaya çıkar ve İslam’ın aradığı halife sıfatı o zaman gerçekleşir. 

Olgun benliğe ulaşan Müslüman, dünyanın imarına ve güvenliğine de yönelir. O, insanların üzerinde üstünlük kurmak için çaba göstermez. Öldürme, ortadan kaldırma, zulmetme, sömürme, kirletme ve yağmalama anlayışına yer vermez. Hep korur, gözetir, besler, büyütür, merhamet eder, yardımına koşar, sevincini paylaşır… Halife olmanın yüklemiş olduğu sorumluluk hep iyiden, hayırdan yana olmayı gerektirir çünkü. Dünyaya gelişinin ve varoluşunun anlamını kavrar bu şekilde. Hayatı tanır, ölümü tanır, evreni tanır, kendini tanır. Kendindeki ilahi unsurları tanır… Ölümden sonraki hayata hazırlanması gerektiğini fark eder ve "Hayat nedir?", "Ölüm nedir?", "İnsan nedir?", "Varlık nedir?", "Adalet nedir?", "Mizan nedir?"  gibi soruların cevaplarını bulur, belki hiç zorluk çekmeden. Sonlu olanla sonsuz olanı ayırt eder. Yokluk duygusuna yer vermez. Baki olan var ise hiçlikten, umutsuzluktan, kötümserlikten, yitip gitmekten söz edilemez. Kötülükler geçicidir ve arızidir çünkü. Din günü gerçek olduğu için hiçbir zulüm baki olamaz. İyilikler ise geleceğe ışık tutar ve din gününde sahiplerine karşılığının fazlasıyla verilmesine vesile olurlar. Buna inanmıştır Müslüman benliğe sahip olanlar. 

Yazarın Diğer Yazıları